Archive for the aktivizm (activism) Category

redhack röportajı

Posted in aktivizm (activism), Hack The World (Hack The World), video on Mayıs 28, 2013 by anticopyrighttr

redhack roportaj

redhack ile tarafımızca en hafif tabiriyle hiç de muteber addedilmeyen bir televizyon kanalı tarafından gerçekleştirimiş olan bir saat yirmi dakikalık röportaj.arşivinde bulundurmak isteyenler içindir.

an interview with redhack – socialist hacker group…(a hour & 20 min.)

turkish / turkish !!!

indir / download:

http://tinyurl.com/o7yfu9a

acratas

Posted in aktivizm (activism), Anarşizm (Anarchizm), Anti Faşizm (Anti Fascism), Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Belgesel (Documentary), tarih (history) on Mayıs 20, 2013 by anticopyrighttr

Acratas

20. yy başlarında arjantin ve uruguay’daki anarşistler üzerine hazırlanmış bir belgesel.

severino de giovanni ve simón radowitzky kimlerdi ve düşünceleri neydi? ya rosigna kimdi? ushuaia cezaevi görüntüleri ile başlayan belgesel, ki radowitzky, bir eylemde birçok işçinin öldürülmesinden sorumlu tutulan bir emniyet müdürünü olan ramón falcón’u öldürmekten dolayı buraya gönderilmişti,cezaevinden kaçırılışı,uruguay ve arjantin nüfusunun neredeyse yarısını oluşturan italyan,ispanyol ve yahudilerin bu ülkelere gelişi,daha sonrasındaysa gelişen anarşist düşünceler ve askeri darbe ile ezilişi,giovanni’nin cezaevinde öldürülüşü,radowitzky’ nin ispanya iç savaşı’na geçişi ve rosigna’nın uruguay’da kayboluşu (!!!!) ile devam eder.

a documental about the anarchists in argentina and uruguay in early XX century. who were and what were the thoughts of severino de giovanni and simón radowitzky? who was rosigna? the documentary begins showing the ushuaia prison, where radowitzky lived a lot of years after killing ramón falcón, chief of the federal police (who had killed a lot of workers during a manifestation). then, it goes to the arrival to buenos aires of thousands of italians, spanish and jewish immigrants, the origin of half the population of argentina and uruguay, between them the first anarchists and socialists of the river plate. nowadays can be curious to see that such idealists could attack a bank (sometimes killing people) and steal a lot of money only for editing books or pamphlets, as their lives went on in a pathetic material poverty. it is interesting to see how was planned the escape of anarchists from punta carretas prison of montevideo. one anarchist settled a coal shop in front of the prison, and a tunnel was dug from there to prison. some decades before, there was a flight of tupamaros prisoners in the same way. the anarchists were defeated by militar dictatorships and because the appearing of peronism in 1946 (the creol working class had less contact with european political ideas). di giovanni was executed in prison, radowitzky after being put free fought in the spanish civil war, rosigna was put free in Uruguay but “disappeared” (killed indeed). perhaps there are few emphasis in the origin of their ideals and the difference between the pacifists and violent ways they employ for fighting. the testimony of anarchist writer osvaldo bayer, a niece of rosigna, a former tupamaro and old anarchists contribute to have a wider viewpoint.

un documental acerca de los anarquistas en argentina y uruguay a principios del siglo XX. que eran y cuáles eran los pensamientos de severino de giovanni y simón radowitzky? que era rosigna? el documental comienza mostrando la cárcel de ushuaia, donde radowitzky vivió muchos años después de matar a ramón falcón, jefe de la policía federal (que había matado a muchos de los trabajadores durante una manifestación). entonces, se va a la llegada a buenos aires de miles de italianos, inmigrantes españoles y judíos, el origen de la mitad de la población de argentina y uruguay, entre ellos los primeros anarquistas y socialistas de mar del plata. hoy en día puede ser curioso ver que esos idealistas podrían atacar un banco (a veces a matar gente) y robar una gran cantidad de dinero sólo para la edición de libros o folletos, ya que sus vidas siguieron en una pobreza material patético. es interesante ver cómo se planeó el escape de los anarquistas de punta carretas cárcel de montevideo. un anarquista instaló una tienda de carbón frente a la cárcel, y se excavó un túnel desde allí a la cárcel. algunas décadas antes, había una fuga de prisioneros tupamaros de la misma manera. los anarquistas fueron derrotados por las dictaduras militar y debido a la aparición del peronismo en 1946 (la clase obrera creol tenían menos contacto con las ideas políticas europeas). di giovanni fue ejecutado en la prisión, radowitzky después de ser puesto libre luchado en la guerra civil española, rosigna fue puesto libre en uruguay pero “desapareció” (asesinado por cierto). tal vez hay algunos énfasis en el origen de sus ideales y la diferencia entre los pacifistas y las formas violentas que emplean para la lucha. el testimonio del escritor anarquista osvaldo bayer, sobrina de rosigna, ex tupamaro y anarquistas viejos contribuir a tener un punto de vista más amplio.

ispanyolca / spanish !!! / español !!!

indir / download:

http://www.4shared.com/rar/2MQZhX8B/a

la defensa de madrid (1936, cnt )

Posted in '36 ispanya devrimi ( '36 spanish revolution ), aktivizm (activism), Anarşizm (Anarchizm), Anti Faşizm (Anti Fascism), Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Belgesel (Documentary) on Mayıs 11, 2013 by anticopyrighttr

defansa de madrid

cnt tarafından madrid’in faşist franco güçlerine karşı korunması esnasındaki hazırlıkları anlatan 32 dk’lık belgesel.

32 minutes documentary, focused on the defence of madrid against the fascists.prepared by cnt during the anarchist revolution in spain.

ispanyolca / spanish !!!

indir / download:

http://www.mediafire.com/?n2b0d62di4mal2u
http://www.mediafire.com/?7l2u2e59o5dv3do
http://www.mediafire.com/?171lbxh1qg2i290

eco pirate the story of paul watson

Posted in aktivizm (activism), Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Çevre (Enviroment), Belgesel (Documentary), Ekoloji (Ecology), hayvan özgürlüğü ( animal liberation ) on Kasım 6, 2012 by anticopyrighttr

sea shepherd conservation society (deniz çobanı koruma derneği), greenpeace’in kurucularından biri kaptan paul watson’un 1977 yılında  kurduğu dernek… faaliyetlerini denizlerde ve okyanuslarda yürüten kuruluşun, neptune’s navy (neptün’ün donanması) olarak adlandırdığı rv farley mowat, mv steve irwin ve rv sirenian adında üç gemisi vardır. dernek bunların yanı sıra daha küçük teknelere de sahiptir.

sea shepherd, antarktika’daki nesli tükenmekte olan balinaları avlamak için harekete geçen japon balıkçılarıyla mücadele etmektedir. dernek, balina avcılığı konusunda şiddete başvurmadan direniş sergilemeyi yeğleyen greenpeace’e nazaran, uluslararası balina avcılığı hukukunu çiğneyen gemilerin kasıtlı olarak batırılmasını ya da sabote edilmesini onaylar ve reformist tavırlarından dolayı greenpeace ile çalışmaz.

paul watson’un hayatına ve sea shepherd’ın mücadelesine bakmadan önce,internationala’dan alıntıladığımız,paul watson’la ekotaj,elf ve alf hakkında yapılan röportajı okumakta bir fayda var:

“paul watson / sea shepherd gemisinin kaptanı

alf ve elf terörist gruplar olarak adlandırılabilir mi?

Bu sorunun cevabı eylemleri kimin yargıladığına bağlı. Terörizm suçlamaları genelde çok keyfidir. Terörizm konusunda nesnel bir yargı merci bulunmadığını söyleyebiliriz. Aslında, 11 Eylül sonrası ABD’sinde bu yafta medyada öylesine gelişigüzel kullanılmıştır ki kelimenin gücünü kaybetmek üzere olduğunu söyleyebiliriz. Bu sözcük giderek İngilizce’de en çok, en düşüncesizce, umursamadan ve sorumsuzca kullanılan sözcük haline geliyor.

Terörizm, askeri ya da muharip olmayan taktiklerden ve stratejilerden beslenen bütün şiddet eylemleridir şeklinde bir tanımla açıklanabilir. Peki, içi masum yolcularla dolu iki uçağı kaçırıp Dünya Ticaret Merkezi’ne bilerek çarpmak bir terörizm eylemi midir? Elbette öyledir. Peki Yemen’de ABD’ye yönelik saldırı bir terörizm eylemi miydi? Burada cevabımız “hayır” olmalı. Sadece savaşçılar söz konusuydu. Hedef ise askeri bir hedefti. Bu, şiddet içeren bir eylemdi; ancak bir terörist saldırı değildi. Buna benzer şekilde, Pearl Harbor’a yönelik Japon saldırısı bir askeri saldırı olup bir terör eylemi değildi. Bunun tersine, ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’yi atom bombasıyla vurması ise terörist saldırılardı; çünkü buradaki hedefler sivil insanlardı. Bir uçağın kaçırılıp Pentagon’a düşürülmesi bir terör eylemi miydi? Evet, çünkü hedef tartışmasız bir şekilde askeri bir hedeftiyse bile, kaçırılan uçakta masum siviller bulunuyordu.

Bu şekilde tanımlanan terörizmin son zamanlarda icat edilen bir medya tanımı olmadığını bilmemiz gerek. Terörizm tarihin ilk zamanlarından beri insan kültürlerini meşgul eden bir konu olageldi. Elbette, tarihi kaydedenler açısından bu eylemlerin daima terörizm olarak görülmediğini bilmek lazım. Örneğin; Amerika Yerlileri ve ABD hükümetleri arasındaki sorunlarda, Kızılderili köylerinin yakılmasına muhabere denmiştir, oysa Little Big Horn Muhaberesi ise ABD tarihine bir katliam olarak geçmiştir, oysa burada çarpışan taraflar sivil değildi. Nikaragua’da kontralara terörist gözüyle bakılıyordu; ama Reagan yönetimine göre onlar özgürlük savaşçılarıydılar. İngiliz hükümeti Boston Tea Party’yi meşru bir eylem olarak görmüyordu, George Washington’ın adamlarına hain ve terörist gözüyle bakılıyordu. Nathan Hale terörizm iddiasıyla asıldı, ve eğer yakalansaydı Washington’ın da akıbeti aynı olacaktı.

Hedefin ne olduğunu ortaya koyarak eylemin terörist bir saldırı mı yoksa askeri bir saldırı mı olduğunu anlamak zor değildir. Sivillere yönelik askeri, politik, dini ve kriminal gruplar tarafından uygulanan şiddet içeren eylemler terörist saldırıdır. Ama iş bu kadar basit değildir.

Örneğin, terörizmin genelde kabul gören tanımlarından birisi şudur: terörizm; elinde düşük teknolojiye sahip ya da teknoloji içermeyen silahlar bulunan insanların ileri teknoloji silah sistemlerini kontrol eden hükümetlere yönelik eylemleridir. Mesela bir tanka molotif kokteyli atarsanız siz bir teröristsiniz. Ama 100 milyon $ değerindeki uçaklardan bir okul servisine napalm bombası atarsanız o zaman siz olsa olsa askeri bir hedefi vuruyorsunuzdur. Bütün mesele, donanımın fiyatıdır.

Bu yazıyı yazarken, televizyonda iki haber gördüm. Haberlerden birisi çevreci “teröristlerin” bir mink çiftliğinden 10 bin minki serbest bıraktığını yazıyordu. Kimse yaralanmamıştı. Mülke zarar verilmemişti ve 10 bin hayvan anal yoldan elektrik verilme yoluyla öldürülmekten kurtarılmıştı. Bu haberden önceki haberde ise Hamas’a yönelik bir İsrail “saldırısı”nın olayla alakası olmayan 6 insanı nasıl öldürdüğü anlatılıyordu.

Terörizm ne zaman terörizm olmaktan çıkar? Cevap şu: terörizm; hükümetler, kurumlar ya da dinler tarafından onaylandığında ya da medya öyle olmasına karar verdiği zaman terörizm olmaktan çıkar. Hükümetler, dinler ve kurumlar daha dominant ve güçlü oldukça, statükoyu korumak ya da sosyal ve politik değişim amacıyla terörün kullanılması daha da meşrulaşır.

Adolf Hitler’in demokratik yöntemle seçilmiş bir lider olduğunu ve 30lı yıllarda Almanların ya da yabancıların Onun hükümetine yönelik muhalefetinin yasak olduğunu unutuyoruz. Yahudilerin toplama kamplarına götürülmesine karşı çıkmak suçtu, ve Nazilere suikast düzenleyenler aslında meşru bir devletin yasalarını çiğniyorlardı, bu yüzden de terörizmle suçlanabilirlerdi. Yahudilerin toplama kamplarına götürülmelerine karşı çıkmak yasaya aykırı idiyse bile, ahlaki anlamda bu doğru bir şeydi, ve bazen yasalara meşru müdafaa ya da devletin yasal tiranlığından kurtulmak amacıyla insanlar karşı çıkmadan müdahale edilmesi gerekiyordu. Günümüzde çevre ve hayvan hakları hareketlerinde gördüğümüz şey de budur. İnsanlar hayatı devletin yasal tiranlığından korumak için yasalara karşı çıkmak zorunda bırakılıyor.

Peki bu durum, yasaya karşı çıkan diğer hareketlerden ya da bireylerden hangi anlamda farklı? Mesela; kürtaj yasasına karşı çıkan eylemciler doğmamış bebekleri hükümetin politikalarından korumak için yasayı çiğniyorlar. Aslında temel ilkeler açısından bir fark söz konusu değil; ama şiddetin dereceleri anlamında farklar var. Hristiyan kürtaj karşıtları kasıtlı olarak doktorları öldürüp sivilleri bombaladılar. Hayvan hakları eylemcileri ve çevreciler tek bir cinayet işlemedi ya da cinayeti hedefleyen bir eylemde bulunmadılar. Kürtaj karşıtları doktorların katil olduğunu ve ölmeyi hak ettiklerini öne sürüyorlar. Bu argümanın kendini hayat hakkını savunanlar olarak tanımlayan bir gruptan gelmesi saçma. Bu hakkı savunanların çoğunun ölüm cezasını savunduğunu da biliyoruz. Bir keresinde balina avcılığını engellemem sebebiyle radyoya bomba ihbarı yapılmış ve benden de radyoyu terk etmem istenmişti. Buradaki ikiyüzlülük hem şaşırtıcı hem de düşündürücü. Ancak, hayvan hakları eylemcileri ve çevrecileri kürtaj karşıtlarının felsefeleriyle ters düşse bile eylemleri ve taktikleriyle ters düşemezler, bu ikiyüzlülük olur. Ancak kürtaj karşıtlarının eylemlerini şiddet ve cinayet olmaları anlamında kınayabilirler.

Bir terörist, eğer terör eylemleri onu devlet adamı kademesine çıkarıyorsa da terörist değildir. Michael Collins, İrlanda İngiltere’den bağımsızlığını kazandığı andan itibaren artık bir terörist değildi. İrlandalılar terörizmi İngiltere’ye karşı bir silah olarak kullandı, ve terörizm yüzünden askeri hedeflerin hayata geçirmeyi başardılar. Terör taktikleri olmasaydı bugün İrlanda bağımsız bir devlet olmayacaktı.

Terörizmin meşrulaştırılmasına verilebilecek en iyi örnek, savaş sonrası İngiltere tarafından yönetilen Filistin’dir. Burada bir sürü Yahudi terörist grup bulunuyordu, en ünlüsü de Stern Gang’di. Bu grup Avraham Stern tarafından İngiltere karşıtı Irgun grubundan ayrılarak kurulmuştu. Stern Gang’in operasyon komutanı İzak Şamir’di. İzak Şamir Likud Partisi’nden dışişleri bakanı olarak göreve gelmiştir. Bu da başbakanlığa yükselmesinde bir başka adımdı. Başbakan Menachem Begin, İzak Şamir’i dışişleri bakanlığına getirdiğinde onun 2 suikatten sorumlu birisi olduğunu biliyordu. İzak Şamir 1944’te Ortadoğu’da İngiliz temsilci Lord Moyne’u ve BM’in Filistin konusunda arabulucu olması göreviyle yolladığı Folke Bernadotte’u suikast sonucu öldürmüştü. Ama bu, Başbakan Menachem Begin için şaşırtıcı ya da sürpriz bir durum değildi, zira kendisi de Yahudi terörist grubu Irgun’un bir zamanlar bir üyesiydi. 1946’da King David Hotel’deki İngiliz idare merkezine bombayı yerleştiren de Menachem Begin’di. Bu bomba sonucunda 90 kişi ölmüştü, 45 kişi yaralanmıştı. Ve bu adama 32 sene sonra 1978’de resmen Nobel ödülü verildi.

İsrail’in bağımsızlığından sonra Başbakan David Ben-Guiron hem Irgun’u hem de Stern Gang’i yasakladı, ancak teröristlerin adalet karşısında hesap vermesi gibi bir durum hiç söz konusu edilmedi. Tam tersine, sokaklara suikastçilerin isimleri verildi. Hatta Menachem Begin, Avraham Stern’in resminin bulunduğu pullar da bastırdı. Bugün, Filistin terörizmine karşı çıkan İsrail, kendi devletinin kurulmasını da bombalar ve suikastler yoluyla uyguladıkları terör eylemlerine borçlu olduğunu unutmuşa benziyor.

Yahudilerde mekhabbel diye bir kelime vardır. Bu kelime politik şiddet kullanan kişi anlamına geliyor. İngilizlere karşı silahlı mücadele yürüten İzak Şamir ve arkadaşları tarafından gururla kullanılmıştır bu kelime.40lı yıllarda bu kelime sabotajcı kelimesiyle yer değiştirdi, Stern Gang sabotaj düzenlemekten çok daha fazlasını yapıyordu oysa. Bu kelime günümüzde terörist kelimesine dönüşmüş durumda, aynen “Filistinli terörist” kelimesinde olduğu gibi. Diğer bir deyişle, artık hedefe ulaşıldıktan sonra yani İsrail devleti kurulduktan sonra, hedef yani İsrail devleti aynı yöntemleri kullanarak kendisine zarar vereceklerden korunmak zorundaydı.

Hükümetler vatandaşlarının fikirlerinin ve eylemlerinin çerçevesini belirlerler. Timothy McVeigh Oklahoma City’deki bombalama eyleminde ölen çocukları nasıl olup da ” savaş zaiyatı” diye nitelediği sorulduğunda bunun devletten öğrendiği bir kavram olduğunu söylemişti: “Körfez Savaşı’nda öldürdüğümüz çocukların savaş zaiyatı olduğu söylendi bize, Waco’da öldürdüğümüz çocukların savaş zaiyatı olduğu söylendi bize. Ne farkı var?”

Neden şiddetin sorunların çözümü için gerekli olduğu sorulduğunda McVeigh bunu da devletin öğrettiğini, devletin bütün problemleri şiddet yoluyla çözdüğünü söyledi. Buna McVeigh’in sorunu da dahildi, kendisi şiddete karşı çıkıyormuş numarası yapan bir devlet tarafından öldürüldü. Devlet McVeigh’in taktiklerine karşı çıkmıyordu; sadece hedef konusundaki seçimleriydi karşı çıktıkları.

Şiddet dolu bir toplumda insanların şiddet içeren çözümler aramasına şaşırmamak zorundayız. Medya kültürümüz şiddeti yücelten ve şiddetin sonuç verdiğinin altını çizen filmler, dergiler, kitaplar ve müzik aracılığıyla her bir kuşağı eğitiyor. Ve şiddet , onu uygulayanlar ve destekleyenler tarafından meşrulaştırılırken buna karşı çıkanlar tarafından da kınanıyor. Diğer bir deyişle, bütün insanlar felsefesini kabul ettikleri şiddeti desteklerken felsefesini kabul etmedikleri şiddete de karşı çıkıyorlar.

Toplumsal değişim şiddet dolu bir girişimdir ve daima da böyle olmuştur. İnsanlık tarihinde şiddetten uzak bir şekilde başarılmış toplumsal veya politik bir devrim yaşanmamıştır. Şimdi hemen Gandi şiddet kullanmamış bir örnek olarak öne sürülecektir. Ne yazık ki onun mücadelesi şiddetten uzak değildi. Gandi şiddetten uzak durmayı İngilizlere karşı bir strateji olarak kullandı. Bu onların Aşil topuğuydu. Gandi taktikleri Stalin’e ya da Hitler’e karşı asla işe yaramazdı. Zaten İngilizlerle de çok işe yaramadı. Hint Devrimi bir çok cepheden meydana gelmiş bir mücadeleydi. Şiddet dolu direnişler yaşandı, mesela Subhas Chandra Bose ve İngiliz racasına karşı organize silahlı direnişini burada sayabiliriz. Gandi’nin takipçileri öldürüldü. Gandi’ye de suikastte bulunuldu.

ABD’deki Sivil haklar hareketi de Dr. Martin Luther King gibi özgürlük savaşçılarının şehitlikleri sayesinde elde edilmiştir. King ve ona inananlar genelde şiddet içermeyen taktikleri sebebiyle takdir edilmeliyse de elde edilen başarılar gene de şiddet kullanmanın bir sonucudur. Hükümetin statükoyu değiştirmesi için hayatlar feda edildi.

ALF ve ELF eylemcileri de bugüne dek varolan diğer sosyal ve politik hareketlerin taktiklerine ve stratejilerine öykünüyor, ama tek bir fark var-henüz kimseyi öldürmediler. Ancak hem çevreciler hem de hayvan hakları eylemcileri öldürüldü ve medya da onların ölümüne terörizm gözüyle bakmaya hiç istekli değil.

1985’te Fransa hükümetinin ajanları Yeni Zelanda’da Rainbow Warrior gemisini batırıp bir fotoğrafçıyı öldürdüler. Hiçbir devletin lideri bu saldırıya terörizm demedi. Ancak Sea Shepherd Conversation Society yasaya aykırı olarak hiç kimseye zarar vermeden balina avına müdahale edince bu eyleme medyada hemen ekoterörist eylem adı verildi, hem de yasal hiçbir suçlama yapılmamasına rağmen. Balıkçılık şirketleri medya ya da hükümetlerin zerre kadar tepkisi olmaksızın bir çok türü ortadan kaldırıyor, ama Earth Island Institute tuna boykotu ya da yunusların korunması amacıyla eylem çağrısı yapınca ekonomik eko-terörizmi savunmakla suçlanıyorlar.

Eko-teröristler gerçekten var. Exxon Alaska’da eko-terörizm yaptı. Union Carbide, Bhopal’da, Hindistan’da eko-terörizm yaptı. Ormanları katleden endüstriler her gün eko-terörizm işliyor. Bu şirketlerin isimleri terörist kurumlarla alakalı hiçbir federal listede bulunmayacak; çünkü onların parası var ve para da Mark Twain’in bir zamanlar “Orospuların Parlamentosu” dediği Washington, DC’de düdüğü çaldıran yegane şeydir.

Okyanuslarımızın ve ormanlarımızın tamamen ortadan kaldırılması ve biyoçeşitliliğe yönelik inanılmaz suikastler en üst düzeyde bir terörizmdir- antroposentrik(insan merkezci) kültür tarafından kabul edilen bir terörizmdir. Acı gerçek şu ki son 65 milyon yıl içerisinde yok olan türlerden çok daha fazlasını 1980 ile 2040 yılları arasında kaybetmiş olacağız. Bu kitlesel yok oluşun önemi çok büyük ve bu durumun şu anda hominidlerin birbirine yönelttiği saldırılardan ve bütün terörist saldırılardan çok daha büyük sonuçları olacak.

ALF ve ELF gibi gruplar nereye gidiyor? Cevabı şöyle: eylemciler nereye kadar götürmek isterse oraya. Bu gruplar hiçbir kurumun ya da devletin güdümünde değiller. Merkezi bir otorite söz konusu değil. Bunların önceden tahmin edilmesi mümkün değil, ve bu yüzden pratik anlamda da durdurulmaları imkansız. Bu gruplar, hiçbir şekilde yasal önlem almayan ve bu yüzden eylemcilerin öfkelerine gaz veren zalim bir kültüre yönelik tepkilerin yansımasından başka bir şey değil. Hareket içerisinde insanlar hapse atılıp taciz edileceklerdir, ama bunun önüne geçilmesi mümkün değil; çünkü anaakım kurumların yer altı kurumlarının eylemlerini bastırmak için yapabilecekleri hiç bir şey yok.

Aslında bütün dünya şu anda görünmez direniş gruplarıyla savaş halinde olan kurumlarla dolu, bu grupların birçoğu birbiriyle sorun yaşıyor. Bazıları iyi bazıları ise kötü, bakana göre değişir. Üyelerin ve eylemcilerin gözünde hepsi iyi. Tabii 6,5 milyar egonun yarıştığı bir dünyada bundan doğal ne olabilir? Nüfus arttıkça bütün bu kaotik meselelerle başa çıkmak için daha baskıcı kanunlar ortaya çıkacaktır.

Şu anda hayvan hakları ve çevre hareketlerinin önündeki en büyük mesele her iki hareketin de global hükümetler, medya ve finans kurumları tarafından marjinalleştirildiği bir sistem içerisinde nasıl hayatta kalacağıdır. İnsan doğası denen şey gereği hareketler daha baskıcı koşullara uyum sağlayacaktır, ve bunu becermenin en güvenli yolu hücre yapılanmaları aracılığıyla yer altına inmektir. Aslında, yer altı direnişini ortaya çıkaran şey bu baskının kendisidir, baskı çoğaldıkça direniş hareketlerinin becerisi artar.

Bu konuda verilebilecek en iyi örnek, Almanya ve Avusturya’da son derece ölümcül bir Nazi rejiminin varlığına rağmen yer altı direnişinin asla çözülmemiş olmasıdır. Fransız direnişi Fransız vatandaşlarının %2’si kadarından oluşuyordu; ama Almanlara karşı “terörist” eylemlere giriştiler ve bir çok kayba rağmen Nazilerin yenilmesi için yardım ettiler. Fransızların çoğu bu ekstrem gruplar onların uğruna savaşıp öldükleri için hiç bir şey yapmadı. Ekstrem bir eyleme karşılık ekstrem bir cevaptı bu- yani Fransa’nın işgaline.

ELF ve ALF hem çok uyum sağlayabilen hem de becerikli gruplar olduklarını kanıtlamış durumdalar. Bu gruplarda eylem yapan çok az kişi yakalanıp hüküm giydi, ve eylemlerinin çok çok azı engellenebildi. Geleneksel direniş gruplarına kıyasla ALF ve ELF grupları daha gevşektir. Her anlamda ELF ve ALF’in daha da güçlendiğini söyleyebiliriz, bu da hayvan hakları ve çevre hareketlerinin her yıl güçlendiğini göz önüne alınca son derece mantıklı. Eğer bu iki hareketin radikal yer altı grupları her iki davaya da inananların sadece %1’ini temsil ediyorsa bile yer altı direnişinin de büyümesine yardımcı olmaya devam ediyor; çünkü bir şekilde daha anaakım gruplar bu grupları destekliyor, hele de ana akım grupların istenen hedefi başaramadığı anlaşıldıkça bu destek daha da artıyor. Ancak burada ironik olan şey şu ki ekstrem gruplar yüzünden ana akım gruplara daha fazla meşruluk sağlanıyor, yoksa bu mümkün olmazdı. The Sierra Club ve Humane Society of The United States gibi kurumlar ister beğensinler ister beğenmesinler ALF ve ELF eylemlerinin faydasını görüyorlar. Ekstremler yüzünden ılımlı yaklaşımlar ilerleme kaydedebiliyor. Yer altı grupları aslında yığınsal destek gruplarına tazyik sağlayan şok taburları gibiler.

İsrail’in Stern Gang ve Igrun’un eylemleri olmasa bugün var olmayacağı gibi hayvan hakları ve çevre hareketleri de ALF ve ELF olmasa bir şey başaramazlar. Sivil Haklar Hareketi Martin Luther King, Jr. Yanında Kara Panterler’e de sahipti. Hindistan Devrimi’nde Gandi vardı ama Bose da vardı. Hayvan hakları hareketinde Peter Singer var; ama Rod Coronado da var. Hareketler, çeşitlilik olmasa eksik kalırlar.

Aslında, hareketler ancak bu çeşitlilik sayesinde ayakta kalabilirler, bu çeşitlilik eylem spektrumu içerisinde her grubun bir diğer gruba tolerans göstermesini gerektiriyor. Ana akım grupların kaynaklarını heba edip ALF ve ELF gibi gruplara saldırması sadece zaman kaybı. Ana akım grupların gizli eylem gruplarını ya da eylemci bireyleri engelleme içni yapabileceği hiçbir şey yok. Bu eylemlere gönülden katılmamak tek çözümdür. Gizli bir grubun bir eylemini haklı çıkarmak için zorlandığında ana akım grupların yapabileceği şey, problemin ya da tehditin boyutu çok uç noktalarda olduğu için kişilerin ya da grupların da bu meseleye işaret etmek için aşırı önlemlere başvurmak zorunda kalmasından dolayı üzüldüklerini söylemektir.

İşin aslı şu ki isteseniz de istemeseniz de ELF ve ALF çevre ve hayvan hakları varoldukça var olmaya devam edecek. Her iki grup da merkezilikten uzak, çeşitlilik anlamında yaygın, bilinmez ve önceden kestirilmesi imkansız gruplar olup üyelikleri o kadar belirsiz ve geçirgendir ki her iki grubu da ortadan kaldırmak imkansızdır. Aslında, gerçek anlamda var değillerdir. ELF ve ALF gölgelerden meydana gelmiş merkezi bir odağı olmayan gruplardır. Bir eylemciyi tutuklayın eylemciden elde edilecek bilgi en fazla küçük bir hücre grubuyla alakalı olacaktır, çünkü başka hiçbir grupla alakaları yoktur. ELF ve ALF üç harften meydana gelmiş iki grup gibi, bazen bir duvara kırmızı boyayla adı yazılan, bazen bir bildiride adı basılan bazen de kalabalıkta haykırılan iki isimden ibarettir.

Bir hareket insanların kalplerinde ve akıllarında bir fikri yerleştirmeye çalışır. Fikirler su gibi akarlar, bariyerlerden ve engellerin üzerinden akarlar, en az direniş görülen yerlere doğru akarlar, en sert şekilde çarpar, göletlerde sakinleşir ve sonra da uygun ortamda buharlaşıp ortadan kaybolurlar. Bir tsunami dalgası gibi, ne olduğu tamamen anlaşılmadan su ortadan kaybolur. Arkada ise yıkımın bütün izleri kalır. Kurumlar gizli eylemleri engellemek için çabalayabilirler, ama fikirler, hareketler fikirlere odaklanıp şaşırtıcı sonuçlar elde etmediği sürece hiçbir iz bırakamazlar. Nelson Mandela’nın salıverilmesi 1960larda, 70lerde ve 80lerde hız kazanan bir fikirdi, ama en sonunda ırk ayrımcılığının sırtında bir tsunami gibi vurduğunda her şeyi alt üst etti ve ardından da her şeyi sildi süpürdü. 1970lerde hiç kimse Nelson Mandela’nın Güney Afrika’nın başkanı olacağını düşünemezdi. Bu imkansızdı. Ama imkansız olan, gerçek oldu; çünkü hem gizli hem de ana akım bir hareket, hem şiddete başvuran hem de şiddetten uzak bir hareket ama daha önemlisi artık zamanı gelmiş bir hareket sayesinde imkansız gerçek oldu.

İnsanlık doğa kanunları içerisinde her şeyle ve herkesle uyum içerisinde yaşayabilir mi? İnsanlık diğer türlerin toptan yok olmasına bir son verecek mi? Şu anda kulağa imkansız geliyor; ama bu, zamanı henüz gelmemiş bir fikir. Ama nehir akıyor, ve hızlanıyor da; bir gün bu dünyanın insan olmayan sakinleri hak ettikleri mucizeyle karşılaşabilirler- yani Homo Sapiens türünün yarattığı korku olmaksızın bu dünyada yaşayabilme mucizesiyle.

Ana akım hareketler ELF ve ALF’i kabul etmeli ve ana akım eylemlerine devam etmeli. Gelecekte gizli taktiklerin arttığı görülecek, ALF ve ELF saldırıları artacak. Dikkat çekilmesi gereken büyük bir öfke ve hayal kırıklığı havuzu var, hareketler daha çok ceza gördükçe bu öfke ve hayal kırıklığı daha da güçlenecek.

ELF ve ALF’i durdurmanın tek bir yolu var. Basit, gerçekten basit. Toplumun yapması gereken tek şeyi diğer insanlara, diğer türlere ve ekosistemlere karşı uygulanan şiddete son vermektir. Bu grupların var oluş sebepleri ortadan kaldırılmalıdır…hem zaten bu hareketlerin talep ettiği nedir ?

Zulme, yıkıma, ölüme son verip bütün türlerin huzur içerisinde yaşayabilmesi.

Kötü bir amaç değil gerçekten. Neden bu amaca karşı çıkılsın ki?

Bu amaca ulaşıldığında ELF ve ALF ortaya çıktıkları gibi gizemli bir şekilde ortadan kaybolacaklar- tarihin sisleri içerisine gölgeler olarak karışacaklar.”

“established in 1977, sea shepherd conservation society (sscs) is an international non-profit, marine wildlife conservation organization. our mission is to end the destruction of habitat and slaughter of wildlife in the world’s oceans in order to conserve and protect ecosystems and species.

sea shepherd uses innovative direct-action tactics to investigate, document, and take action when necessary to expose and confront illegal activities on the high seas. by safeguarding the biodiversity of our delicately-balanced ocean ecosystems, sea shepherd works to ensure their survival for future generations.”
for further information you can visit:
http://www.seashepherd.org/who-we-are/our-history.html

ingilizce / english !!!

indir / download:

https://rapidshare.com/files/2864170549/eco%20pirate%20the%20story%20of%20paul%20watson.part1.rar
https://rapidshare.com/files/4025966797/eco%20pirate%20the%20story%20of%20paul%20watson.part2.rar
https://rapidshare.com/files/2666933675/eco%20pirate%20the%20story%20of%20paul%20watson.part3.rar
https://rapidshare.com/files/524828459/eco%20pirate%20the%20story%20of%20paul%20watson.part4.rar
https://rapidshare.com/files/1870079606/eco%20pirate%20the%20story%20of%20paul%20watson.part5.rar
https://rapidshare.com/files/4159512960/eco%20pirate%20the%20story%20of%20paul%20watson.part6.rar

we are legion

Posted in aktivizm (activism), Belgesel (Documentary), Hack The World (Hack The World) on Kasım 4, 2012 by anticopyrighttr

“devletlerden şirketlere her türlü iktidar odağı, internetin kendileri için temsil ettiği tehdidin farkına varmış görünüyorlar. devlet, interneti özel hayatımıza kastedecek, bizi dinleyip, gözetleyip fişleyecek bir biçimde kullanıp, bilgiye erişme, haberleşme ve ifade özgürlüğümüzü kısıtlayacak bir biçimde sansürlüyor.

halklar ve iktidarlar arasındaki bu savaşın yükselerek süreceğini öngörmek mümkün. eski ekonomi ve bunların internetteki kurumsal uzantılarının çıkarlarını koruyan devletler ile internetin gerçek sahipleri arasındaki savaş giderek kızışıyor. dijital öncüler yerini dijital yerlilere bırakmaya, yani internet nüfusu fiziksel dünyayla örtüşmeye başladığından bu yana, hükümetler, uluslararası kuruluşlar, kurumsal dünya ve internet vatandaşları, “netdaşlar” bu alanın egemenliği için kıyasıya bir mücadele içinde. elektronik casusluktan sistem saldırılarına, gözetim tekniklerinden erişim engellemeye, sansür ve filtre çabalarından interneti ulusal sınırlar içerisine kapatma veya bm türü uluslararası bir otorite oluşturma sevdasına, devletler ve endüstriyel kompleks her yolu deniyor. bunun karşısında da, ağın gayrimerkezi yapısından güç alan mahremiyet koruma, anonimleştirme, kriptolama, sanal veri limanları, derin ağ gibi ‘görünmez internet projeleri’, yani savunma hattı ve çok çeşitli karşı saldırı teknikleri netdaşların kullanımına açık. çıta giderek yükseliyor: artık ‘büyük birader’in her adımı izleniyor ve hiçbir şey gizli kalmıyor! halk bilgiyi talep ediyor ve bilgi eyleme dönüşüyor. dezenformasyonla enformasyon, gösteri ile hakikat arasındaki bu savaşın cephesi ise, sadece ağlar değil, zihinlerimiz… iktidarlar ürküyorlar, çünkü ipin ucunu çoktan ellerinden kaçırdılar ve çabaları, ister sözde hukuki, ister teknolojik olsun, anında boşa çıkarılıyor. sokağın dili, sokağın coşkusu, sokağın öfkesi her yerde… günümüzde internetin kendisi küresel bir sokak…”*

mit’ten başlayarak anonymous’a uzanan çizgide hack ve hacktivizm…

*özgür uçkan’ın yazısından tahrifin ötesinde biraz tahrip ederek alıntılanmıştır.

a documentary on the workings and beliefs of the self-described “hacktivist” collective, anonymous.
“we are legion” might be the first to portray the group’s members as revolutionaries, and it could serve as a time capsule if the kind of online sit-ins and retaliatory strikes that anonymous has helped create become the new model for civil disobedience across the globe.

ingilizce / english !!!

indir / download:

https://rapidshare.com/files/41594013/we%20are%20legion%202012.part01.rar
https://rapidshare.com/files/2524206031/we%20are%20legion%202012.part02.rar
https://rapidshare.com/files/1066595143/we%20are%20legion%202012.part03.rar
https://rapidshare.com/files/3138579536/we%20are%20legion%202012.part04.rar
https://rapidshare.com/files/1481928807/we%20are%20legion%202012.part05.rar
https://rapidshare.com/files/409152738/we%20are%20legion%202012.part06.rar
https://rapidshare.com/files/2615725854/we%20are%20legion%202012.part07.rar
https://rapidshare.com/files/2361411303/we%20are%20legion%202012.part08.rar
https://rapidshare.com/files/3811734072/we%20are%20legion%202012.part09.rar

black block

Posted in aktivizm (activism), Anti Faşizm (Anti Fascism), Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Belgesel (Documentary), emek hareketleri ( worker movements ), insan hakları (human rights), küreselleşme ( globalization ) on Eylül 27, 2012 by anticopyrighttr

carlo a. bachschmidt tarafından hazırlanan belgesel 2001 senesinde italya’ nın cenova şehrinde düzenlenen g-8 toplantılarında sokaklara yansıyan iki yüz bini aşkın kişinin katıldığı küreselleşme karşıtı tepkiye, orantısız polis şiddetine (hatta aktivistlerin uyudukları bir okulun sabaha karşı basılarak aktivistlerin dövülmelerine), ve yöntem olarak doğrudan eylemi benimsemiş kara blok’ un eylemliliklerdeki yerine odaklanıyor.

g-8 summits have become synonymous with political protest, civil unrest and running battles between activists and police. the 2001 genoa summit was a particularly dramatic affair, involving around 200,000 protesters and an army of officers whose violent handling of the situation led to a number of individuals being charged. the unprovoked attack on the diaz school which involved police storming the building as activists slept and subjecting them to savage beatings were the examples how brutal police was.

documentary interviews several activists who were at the diaz school and each of them recounts their own version of events. obviously they have all been affected by the experience and although their injuries have long since healed the mental scars remain.

black block reminds us that cinema can educate as well as entertain. you might not agree with the activists or care about there cause but their courage and determination to fight the good fight despite what they suffered at the hands of the state should inspire you and at the very least, earn your respect.

ingilizce ağırlıklı, çok dilli / mainly english (multi languages)!!!

indir / download:

https://rapidshare.com/files/729983230/Black%20Block.part1.rar
https://rapidshare.com/files/4186186051/Black%20Block.part2.rar
https://rapidshare.com/files/3466822141/Black%20Block.part3.rar

noise and resistance – voices from the d.i.y underground

Posted in aktivizm (activism), Anarşizm (Anarchizm), Belgesel (Documentary), Karşı Kültür (Counter-Culture) on Eylül 22, 2012 by anticopyrighttr

başka yollar da var. ticaret, sermaye, ve tüketim günümüz dünyasının hiçbir şekilde değişmeyecek ihtiyaçları. öfkeli ve heyecan verici belgeselleri “noise and resistance”da, francesca araiza andrade ve julia ostertag bu görüşü paylaşanların yalnız olmadıklarını gösteriyor.

bazılarının sadece gürültü ve sıkıntı olarak değerlendirdiklerini, onlar direnişin hayati bir söylemi olarak ortaya koyuyorlar: burada punk ne geçici bir heves ne de geçmişten kalan tarihi bir kalıntı; sadece hayata dair canlı bir dışavurum.
yönetmenler, isyankar, kendini bilen, parlak ve coşkulu sahnenin merkezine giriyor. barselona’daki işgal evleri, moskova’daki anti-faşistler, hollandalı sendikacılar, ingiltere crass kolektifi aktivistleri, berlin’deki queer karavan parkı sakinleri, ya da müzikleri her zaman kolektif bir zorlamayı, bir “hayır!”ı ifade eden isveçli kadın punk grupları, sloganı “kendin yap! olan müziklere başladılar ve 21. yüzyıl “uluslararasılığı” için rahatsız edici oldular.

“noise and resistance” avrupa’nın çağdaş ütopyasından geçip, birliğin otonomiyle beraber yıllardır dinlediğiniz en iyi punk müziklerinden türediği altkültürel diyarlara ilham veren bir yolculuk.

there are other ways. commerce, capital, and consumption are by no means irrevocable necessities in today’s world. in their angry and rousing documentary “noise and resistance”, francesca araiza andrade and julia ostertag show that those who think so are not alone in this opinion. what some would describe as mere din and nuisance, they prove to be a vital articulation of resistance :
here punk is neither a passing fad nor a dusted relic from the past but the lively expression of an attitiude towards life.

the directors enter the centres of a vivid and vibrant, a rebellious and self-conscious scene. be it squatters in barcelona, anti-fascists in moscow, dutch trade unionists, the activists of england’s crass collective, queer trailer park inhabitants in berlin, or swedish girl punk bands, their music always expresses a collective self-assertion, a no! set to music whose slogan : do it yourself! has become a strident 21st century “international”.

“noise and resistance” is an inspiring journey through europe’s contemporary utopia, to subcultural places of desire where unity derives from autonomy along with the best punk sound you’ve heard for years.

es geht auch anders. kommerz, kapital und konsum sind keine unumstößliche notwendigkeit unserer gegenwart. dass man mit dieser meinung nicht allein sein muss, zeigen francesca araiza Andrade und julia ostertag in ihrem wütenden und mitreißenden dokumentarfilm “noise and resistance”. was manchen nur als lärm und störung gilt, machen sie als vitale artikulation des widerstands deutlich : punk ist hier weder modeerscheinung noch verstaubtes relikt der vergangenheit, sondern der lebendige ausdruck eines lebensgefühls.

die beiden regisseurinnen begeben sich mitten hinein in eine höchstlebendige und pulsierende, eine aufbegehrende und selbstbewusste szene. Ob Hausbesetzer aus Barcelona, Antifaschisten in Moskau, niederländische Gewerkschaftskämpfer, die Aktivisten des englischen CRASS – Kollektivs, queere Wagenplatzbewohner aus Berlin oder Punkgirl-Bands in Schweden – immer ist die Musik eine kollektive Selbstbehauptung, ein vertontes Nein, dessen Losung “Do it yourself!” zur lautstarken Internationale des 21. Jahrhundert geworden ist.

“noise and resistance” ist eine inspirierende reise durch europas utopia der gegenwart, an subkulturelle sehnsuchtsorte, wo aus unabhängigkeit gemeinschaft entsteht – und der beste punk-Sound, den man seit jahren gehört hat.

çok dilli (ağırlıklı ingilizce) / multilingual (mainly english ) !!!

indir / download:

https://rapidshare.com/files/2701939092/noise%20and%20resistance.part1.rar
https://rapidshare.com/files/1885097654/noise%20and%20resistance.part2.rar
https://rapidshare.com/files/3263049496/noise%20and%20resistance.part3.rar
https://rapidshare.com/files/463716353/noise%20and%20resistance.part4.rar

eğer bir ağaç devrilirse – yeryüzü özgürlük cephesi’nin hikayesi / if a tree falls – a story of the earth liberation front

Posted in aktivizm (activism), Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Çevre (Enviroment), Belgesel (Documentary), Ekoloji (Ecology) on Haziran 20, 2012 by anticopyrighttr

“Daniel McGowan Brooklyn doğumlu, babası polis, orta sınıf ve apolitik bir aileye mensup. İşletme okuduğu üniversite yılları esnasında katılım göstermeye başladığı bir ekoloji derneğiyle beraber yavaş yavaş öfke ve adalet duygularıyla güdülenmeye başlayan bir genç. Kendisini 1999’da ülkenin kuzeybatı ucundaki Oregon eyaletinin Eugene kasabasına ve çeşitli kundaklama eylemlerine sürükleyen süreç, yönetmen Marshall Curry’nin belgeseli ‘Eğer Bir Ağaç Devrilirse: Yeryüzü Özgürlük Cephesi’nin Hikâyesi’nde terörizm konusuyla yan yana irdeleniyor.

Earth Liberation Front (ELF), 1990’larda doğa saldırılarına karşı sivil itaatsizlik eylemleri düzenleyen, örneğin 1995’te tomruk şirketlerinin Oregon’daki bir ormana girmesini engelleyen barikatı bir sene boyunca ayakta tutan aktivist bir örgüt. Ortaya koydukları eylemler ise çoğunlukla slogan atmak, kendilerini ağaca zincirlemek ya da oturma protestoları gibi barışçıl eylemler. Bu pasifist mücadele anlayışına karşı inancın sarsıldığı olay ise Symantec şirketi için bir otopark yapılması amacıyla kesilecek tarihi ağaçların korunmasına yönelik bir eylem oluyor. Sabah erken saatte ağaçlara tırmanan aktivistler, polisin acımasız biber gazı saldırısına ve şiddetli dayağına maruz kalıp tutuklanıyor. Bu olay bölgedeki çevreci hareket için radikalleştirici bir kırılma noktası. McGowan da bölgeye böyle bir ortamda geliyor ve başka türlü direniş pratikleri geliştirmek isteyen çevrecilerin arasına dâhil oluyor. Amaç kerestecilik ya da et kesimi gibi sektörlerde faaliyet gösteren şirketlere zarar vermek. Bu şirketlerin tek güdüsünün para olduğu fikrinden hareketle mülk saldırıları düzenlenmeye karar veriliyor ve 1996’da yakılan iki Orman Hizmetleri istasyonu sonrası, kereste fabrikaları, cip satıcıları ve orman arazisini yok eden bir kayak merkezi gibi hedeflerde yangınlar çıkarılıyor. McGowan bu eylemlerin bir kısmına gözlemci, bir kısmına da eylemci olarak katılıyor. ELF, merkezi bir liderliği olmayan, birbirinden bağımsız ve otonom hücrelerden oluşan bir yapı olduğundan kundaklama vakaları ülkenin dört bir yanına yayılıyor ve ELF Bush yönetimi tarafından ABD’nin en büyük yurt içi terör örgütü olarak isimlendiriliyor. “Terör” kelimesine bir şerh koyalım ve bir kundaklama eyleminin on yıllık sokak protestolarının durduramadığı ihlalleri keskin bir şekilde bitirebilme gücüne sahip olduğunu not edelim.

Bu noktada dönemin siyasal ve sosyal arka planını unutmamak gerekli. 1999, yine ülkenin kuzeybatısında bulunan Seattle’daki Dünya Ticaret Örgütü toplantısı esnasında şiddetli sokak çatışmalarının yaşandığı sene. Aktivistliğin önem kazandığı, insanların sokağa çıkarak bir şeyleri değiştirebileceklerine yeniden inanmaya başladıkları dönem. Aynı zamanda 2001’deki Dünya Ticaret Merkezi saldırısı ile terör kavramının devletlerin bir numaralı fetişi haline geldiği zamanlar. ABD kundaklama eylemlerini ekolojik terör olarak isimlendirmekte zaman kaybetmiyor ve FBI kararlı bir şekilde olayların faillerini yakalamak için çabalıyor. Bir ipucu, bir işbirlikçi derken olaylar çorap söküğü gibi ilerliyor ve ülke genelinde yapılan eş zamanlı baskınlardan birinde McGowan da çalıştığı ofiste yakalanıyor. Hakkında istenen hapis cezası anti-terörizm kanunları çerçevesinde 300 seneden fazla. (Mahkeme sonucu McGowan yedi sene hapis cezası aldı ve şu an terörizm suçlusu sayıldığı için dış dünyayla irtibatının çok zayıf olduğu bir federal hapishanede).

Belgeselin düşündürdüğü en can alıcı soru ise terörizmin ne olduğu. İktidarların kullandığı suçlama terimlerinin içi zamanla boşalır; ‘eşkıya’ kelimesi zamanla olumlu çağrışımlar yaratmaya başlamış, “komünistlik”, “bölücülük” gibi geçmişin suç terimleri günümüzün hak talepleri haline gelmiştir. Terörist kelimesi bu bağlamda muktedirlerin her türlü muhalif eylem ve düşünceyi bastırmak için kullandıkları amorf bir kavramdır. Yüzlerce kundaklama eylemi yapan ancak aldıkları önlemler ve kullandıkları taktikler sayesinde kimsenin burnunun kanamasına sebep vermeyen bir örgüt terörist midir? Eğer kanunlar siyasi kariyerlerin inşası için araç olarak görülüyorsa ve devlet görevlileri şirketlerin kuklaları haline gelmişse, şiddet eylemlerinde bulunmak terörizm midir? Atılan çığlıklara kulaklar kapanıyor ve tepkiler acımasız bir şekilde susturuluyorsa kanunların içinde kalarak anlamlı bir mücadele verilebilir mi? Terörizmin TDK’ya göre tanımları arasında ‘korkutma’, ‘yıldırma’ ve ‘tedhiş’ var. Peki, barışçıl bir şekilde oturma eylemi yapan birinin gözkapaklarını zorla açıp içine biber gazı sıkan polisin yaptığı da bu tanıma uymuyor mu? Maaşa bağladıkları politikacılar vasıtası ile kolluk güçleri üzerinde etki sahibi olan ve toplumun kolektif bir şekilde sahip olduğu kaynakları zapt eden şirketlerin yöneticilerinin yaptıkları da korkutmak ve yıldırmak değil mi? Belgesel tüm aktörleri çelişkileri ve idealleriyle betimleyerek bu soruları da izleyicinin kendisine sormasını sağlıyor.”

In December 2005, Daniel McGowan was arrested by Federal agents in a nationwide sweep of radical environmentalists involved with the earth liberation front– a group the FBI has called America’s “number one domestic terrorism threat.”
For years, the ELF—operating in separate anonymous cells without any central leadership—had launched spectacular arsons against dozens of businesses they accused of destroying the environment: timber companies, SUV dealerships, wild horse slaughterhouses, and a $12 million ski lodge at Vail, Colorado.

With the arrest of Daniel and thirteen others, the government had cracked what was probably the largest ELF cell in America and brought down the group responsible for the very first ELF arsons in this country.

IF A TREE FALLS: A STORY OF THE EARTH LIBERATION FRONT tells the
remarkable story of the rise and fall of this ELF cell, by focusing on the transformation and radicalization of one of its members.

Part coming-of-age tale, part cops-and-robbers thrilller, the film interweaves a verite chronicle of Daniel on house arrest as he faces life in prison, with a dramatic recounting of the events that led to his involvement with the group. And along the way it asks hard questions about environmentalism, activism, and the way we define terrorism.

Drawing from striking archival footage — much of it never before seen — and intimate interviews with ELF members, and with the prosecutor and detective who were chasing them, IF A TREE FALLS explores the tumultuous period from 1995 until early 2001 when environmentalists were clashing with timber companies and law enforcement, and the word “terrorism” had not yet been altered by 9/11.

türkçe altyazılı / english !!!

indir / download:
https://rapidshare.com/files/1961378936/i.a.t.f.part1.rar
https://rapidshare.com/files/3225628555/i.a.t.f.part2.rar
https://rapidshare.com/files/1935867127/i.a.t.f.part3.rar

ANARŞİST TUTSAKLARDAN KAMUOYUNA AÇIK MEKTUP / AN OPEN LETTER FROM ANARCHİST PRISONERS IN TURKEY TO THE PUBLIC

Posted in 1 Mayıs (1 May), aktivizm (activism), Anarşizm (Anarchizm), cezaevleri ( jails ), destek ( support ), duyuru / announcement, haberler ( news ), Hapishaneler (Jails), insan hakları (human rights), şehir ve direniş ( city and resistance ) on Mayıs 29, 2012 by anticopyrighttr

KAMUOYUNA AÇIK MEKTUP

Bilindiği gibi 1 Mayıs 2012 günü Mecidiyeköy-Şişli civarındaki banka ve şirketlere Anarşist Blok Kortejindeki bazı anarşistler tarafından çeşitli saldırılar düzenlenmiştir. Bizler bu saldırılara katıldığı iddiasıyla gözaltına alınan 60(?) kişi içerisinden 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanıp Metris T Tipi Kapalı Cezaevine hapsedilen 9 Anarşist tutsak olarak bu mektubu kaleme alıyoruz.
Birçoğumuz 14 Mayıs günü sabah saat 5’te bazılarımız da ertesi gün Terörle Mücadele ekipleri tarafından gözaltına alındık. Bilgisayarlarımıza, telefonlarımıza, flash belleklerimize, kitaplarımıza ve daha birçok özel eşyamıza evlerimize gelen ve sayıları 10 ile 20 arasında değişen polisler tarafından el konuldu. Terörle Mücadele şubesinde bize isnat eidlen suçlama terör örgütü adına kamu malına zarar vermekti. Anarşizmin düşünce yelpazesinin çok farklı uçlarında yer alan ve birçoğu birbirini ilk defa nezarethanede gören bu insanlar, bir terör örgütü oluşturmak ve birlikte eylem yapmakla suçlanırken, bazılarına da ısrarla sorgularında bu örgütün lideri oldukları kabul ettirilmeye çalışıldı. Anarşistlerin polislerin iddia ettiği gibi bir lideri olmasının anarşizmin doğasına tamamıyla aykırı ve imkansız olması gibi traji-komik denilebilecek mantıksızlıklar barındırması bir yana, bu suçlama birçoğu birbirini hiç tanımayan insanları aynı terör örgütüne üye olmakla itham etmesiyle de ayrı bir gülünçlük kazanmaktadır. Terör örgütüne üye oldukları iddia edilen insanların hiçbirinin evinde silah ya da mühimmat bulunmadı. Buna karşılık evlerinde bulunan Kropotkin gibi yazarların legal ve bu topraklardaki her kitapçıda bulunabilecek kitapları örgütsel doküman olarak değerlendirilip polis sorgusunda önlerine koyuldu. Birçoğunun facebook vb. sosyal paylaşım sitelerinde okudukları anarşistlerle ilgili haberler, paylaştıkları videolar, terör örgütüne üye olduklarının delili olarak mahkemeye sunuldu.

Hayvan özgürlüğü, insan hakları ve ekoloji gibi konularda çalışmalar yapan, tamamen yasal bir derneğe üye olmaları yine terör örgütüne üye olduklarına delil olarak gösterildi. Göz altında kaldıkları 4 gün boyunca hiçbir aile ferdiyle görüştürülmeyen , avukatları dahil kimseyi aramalarına izin verilmeyen bu insanlar üzerinde her türlü psikolojik baskı uygulandı. LGBTT bireyi bir arkadaşımıza cinsel yöneliminden dolayı nefret söyleminde bulunuldu. Bütün şüphelilere terör örgütünün varlığı kabul ettirilmeye ve başka insanlar hakkında yalan beyanlar verdirilmeye çalışıldı. Nitekim iki kişi bu baskılara dayanamayıp terör örgütü üyesi oldukları için 15-20 yıl ceza alacakları gibi tehditlerden korkarak hiç tanımadıkları insanlar aleyhine ifade verdiler. Polisin aralarında hiçbir telefon, internet vs. üzerinden konuşma bulmadığı, hayatlarında bir kez bile görmedikleri insanları polis zoruyla teşhis ettiklerini söylediler, bazılarını örgüt lideri olmakla suçladılar. Birçok arkadaşımız milyonlarca kişide bulunabilecek model ve renkteki ayakkabı, çanta ve kemer gibi aksesuarları görüntülerdeki insanların aksesuarlarına benzediği gerekçesiyle tutuklandı. Tabii ki bu yetersiz ve mantık dışı delillerle anarşist bir terör örgütünün varlığı ispatlanamadı. Bu yüzden davalarımız sadece kamu malına zarar vermekle suçlanıyor. Şunu belirtmek istiyoruz ki, her türlü yasa ve otoriteyi reddeden, bütün devletleri katil olarak gören biz anarşistler için devletin bize terörist deyip dememesinin hiçbir değeri yok. Roboski’de onlarca masum insanı öldüren, 11 yaşındaki Uğur Kaymaz’ı 13 kurşunla katleden ve bunlar için kimseye ceza vermeyen devletin bizi yargılıyor olmasının bizim gözümüzde hiçbir değeri yok. 1 Mayıs 1977’de 34 kişiyi katleden devlet kimseyi bu katliam için gözaltına dahi almamıştı. Ama bu 1 Mayıs’ta üç-beş bankanın camı kırıldığı için 60 kişiyi gözaltına almak ve 9’unu tutuklamakta bir beis görmedi. Tutuklanan iki arkadaşımız üniversitedeki finallerine giremedi, okulları uzayacak, haklarında okul tarafından soruşturma açılma ve okuldan uzaklaştırılma veya atılma gibi ihtimaller de var. Bir arkadaşımız üniversite sınavına hazırlanıyor, cezaevinde yeteri kadar çalışamayacağı ortada. Yüksek Lisans yapan bir arkadaşımız tutuklandığı için tezini yazamayacak. 3 arkadaşımızın tutuklandıktan sonra işlerinden çıkartıldıkları haberi geldi. Gözaltına alındığımızdan beri devletin övünmekle bitiremediği hukuk sisteminin bir baskı ve tektipleştirme aracından başka bir şey olmadığını, adalet, hak gibi kavramların sadece söylemde kaldığını bizzat deneyimledik ve hemen serbest kalmak istiyoruz. Ama kimse yanlış anlamasın, kimseye yalvarmıyor ya da kimseden bir şey dilenmiyoruz. Siyasi düşüncelerimizden dolayı burada olduğumuzun farkındayız. Bu yüzden yaptığımız ya da yapmadığımız hiçbir şeyden pişman değiliz. Bu mektubu yazma amacımız sadece kamuoyunun gerçekleri öğrenmesini sağlamaktır.

Biz sadece anarşist olduğumuz ve otoritelerini tanımadığımız için tutuklayanların amacının bize gözdağı vererek bizi değil eylem yapmak, en ufak hakkını aramaktan korkacak insanlara çevirmek olduğunu biliyoruz. Ama onların bilmediği şey, kokuşmuş uygarlıklarının zindanlarının bizim düşüncelerimizi zapt edemeyeceği ve kendimizi her zamankinden güçlü hissettiğimizdir.

Biz bütün dünyadaki anarşistleri kardeşimiz olarak görüyoruz ve Atina’dan Amed’e, Chiapas’tan Gazze’ye, Toronto’dan Seattle’a yüreğinde özgürlük ateşi yanan herkese, dünyanın bütün isyancılarına selam, sevgi ve dayanışma çağrımızı yolluyoruz. Bilsinler ki yalnız değiller, bu topraklarda da mücadele eden insanlar var. Şimdiye kadar gösterdikleri dayanışma ve bizim için yaptıkları eylemler için de hepsine tek tek teşekkür ediyoruz. Dünyanın geri kalanı gibi başaından beri bizimle dayanışan ve bizim için eylemler yapan bu topraklardaki anarşistlere teşekkür etmek için bu sayfalar yetmez. Hepsini en içten selamlarımızla kucaklıyoruz. Bilsinler ki yanımızda olduklarının farkındayız ve kendimizi bir an bile yalnız hissetmiyoruz. Dayanışma ve isyan ile geçen nice günler temennisiyle…

Anarşist Tutsaklar:

Beyhan Çağrı Tuzcuoğlu
Burak Ercan
Deniz
Emirhan Yavuz
Murat Gümüşkaya
Oğuz Topal
Sinan Gümüş
Ünal Can Tüzüner
Yenal Yağcı

An Open Letter From Anarchist Prisoners in Turkey to the Public

As known, there had been attack to some banks and companies which are around the Mecidiyeköy-Şişli by some anarchists who are within the Anarchist block on 1st of May 2012. We, as 9 of the 60 people who had been taken to the custody with the blames of the Police Department. We, as 9 anarchist prisoners whom were arrested by the decision of the 9th Criminal Court and had been put in to the Metris – Type T prison writing this letter.

Most of us got under custody by the Counter-Terror Squads on 14th of may, 5 a.m. in the morning, and some on the following day. Our computers, telephones, flash drives, books and many other personal stuffs’ got seized by the the police which were around 10-20 who came to our home. The claim that have been by the police department to us was the “damaging public property in the name of terror organization”. While, The individuals which have the pretty much different points of the anarchist ideas and also who have seen the first time each other while under surveillance were blaming for creating terrorist organisation, and some of them was forced to make them agree on being the leader of the terrorist organisation by the police during the interrogating. Even though the leadership is totally contradictory to the anarchist idea and thus is impossible that was the the claim by the police which is tragic-comic imprudence, and also with that claim which is “being member of the same terror organisation” makes things more comic. The people which are claimed by the police of being a member of the terrorist organisation had no arms or amuniton in their home. However, the books which can be find on the every bookstore -for example books of the writers like Kropotkin- had been claimed as an organisational documention on the interrogation by the police. The articles which they had read and the videos that they shared on social media were claimed as evidences to the court by the police.

The membership of the people to a legal association which is working on animal liberation, human rights and ecology issues also claimed as an evidence by the police. All the pyschological pressures used over the people who were under custody for 4 days and were not allowed to see their family members, also were not allowed to call anyone -even their lawyers. On of our LGBT friend had been attacked by “hate speeches”. All the people forced to agree the existence of the terrorist organisation and also forced to give the fake speeches about the other people. However two people who had been scared by the threats of 15-20 years of prison sentence beacuse of the membership on the terrorist organisation declared misstatements about the people that they never know anything about. By the pressure of the police, they have blamed some people which the police had no evidence over telephone, internet or any other communication with each other, as leader of the organisation, and “identified” them as attackers. Most of our friends got arrested just because of they have the close model and coloured bag, shoes, belt etc. as millions of people can have the same close type of with the people who are video taped on the attack. Of course it is not proved that an anarchist terror rganisation exists with that lacking and irrational evidences. Because of that we got blamed by damage to the public property. We want to clear out that, we, as anarchists who reject all the laws and authories and see all the states as murderers, we don’t care that if the state tells us we are terrorists or not. We don’t care that the state’s mass killing of tens of people in “Roboski”, killing 11 year old Uğur Kaymaz with 13 bullets and giving no punishment for that ones, than judging us. The state that had killed 34 people in 1977, did not even take any people to the custody. But had no problem for taking 60 people to the custody and arresting 9 of them for just 3-5 broken bank windows. Two of the arrested friends couldn’t enter the final exams on their university, there’s a possibility of that there can be an investigation by their universities and they can get a punishment of suspension or dismission. One of our friends is preparing for the general exam for the entrance of the university, it’s pretty clear that it’s not possible to study enough on the prison. One of friend who is studying M.A/M.S on university would not continue on the thesis of very own. We got news that 3 friend got sacked after they got arrested. Since we’re taken to the custody we’ve experienced the legal system which the states always tells what great it is, actually is no more than a pressure and normalizing tool and notions like justice, right is just on the theory. We want to be out now. But let us explain that neither we ask to anyone nor we beg to anyone. We know that we’re in prison just because of our policial ideas. Because of that, we are not regretfull for the anything we did or we did not. The reason is for writing that letter is just telling truths to the public to know and to help them to learn what is going on.

We know the purpose of the ones who arrested us, is not just fearing us for joining an action, they also like to turn us into the ones who are scared of to resist for their very own rights. But the thing that they do not know is that the prisons of their disgusting civilization will not be able to suppress our ideas and we feel stronger than ever before.

We see all the anarchists in the world as our fellows and sending our greetings, loves and solidarity call to all the insurrectionarists of the world who has freedom fire on their hearts and who are from Athens, Amed, Chiapas, Gazze, Toronto or Seattle… Let you know that you are not alone and there are people in that lands who is struggling too. We thank every one of them, for the solidarity and for the actions that support us. It’s not possible to define our feelings for to describe the local anarchists who are supporting and made actions for us, as the rest of the world, -these pages are very limited for our thank to them. We hug them all with our very dearly greetings. Let them know that we know that they are with us, and we are never feeling alone, even a moment. With wishes of us for many long days with insurrection and solidarity.

Anarchist Prisoners:

Beyhan Çağrı Tuzcuoğlu

Burak Ercan

Deniz

Emirhan Yavuz

Murat Gümüşkaya

Oğuz Topal

Sinan Gümüş

Ünal Can Tüzüner

Yenal Yağcı

CARTA ABIERTA AL PÚBLICO DE presos anarquistas

Como ustedes saben el 01 de mayo 2012 se organizaron varios ataques contra los bancos y las empresas cerca de Mecidiyeköy-Sisli (Estambul) por parte de algunos anarquistas wiithin el cortejo anarquista Blok. Nosotros, los 9 presos anarquistas estamos escribiendo esta carta que ha sido arrestado y encarcelado en Metris Tipo T cárcel cerrada por el 9. Corte pena muy dura de 60 (?) Las personas que fueron detenidas con la acusación de que nos unimos a estos ataques.

Muchos de nosotros fueron detenidos el 14 de mayo por la mañana a las 5 am y algunos de nosotros al día siguiente por los equipos de combatir el terrorismo. Nuestras computadoras, teléfonos, discos flash, libros y un montón de otros objetos personales fueron confiscados por los agentes de policía que llegaron a nuestras casas en grupos de números de cambio de entre 10 y 20. En la sucursal de combatir el terrorismo (Sección Especial) que fueron acusados de causar daños a la propiedad pública en nombre de la organización terrorista. Las personas que se colocan en extremos muy diferentes del pensamiento anarquista del espectro y las personas que se han reunido entre sí por primera vez en prisión fueron acusados de formar una organización terrorista y de actuar en conjunto en acciones concertadas, mientras que algunos de nosotros se vieron obligados a aceptar ser los líderes de una organización con insistencia en los interrogatorios. Esta acusación no sólo consiste en lo que sólo puede ser descrito como ilógicos tragicómicos, ya que es imposible y está en contra de la naturaleza misma del anarquismo anarquista de tener un líder que según la policía, sino también como la acusación afirma que una gran cantidad de personas que tienen no se conocen entre sí a todo lo anteriormente son miembros de la misma organización adquiere otro absurdo ridículo. En ninguna de estas viviendas de las personas que están acusadas de ser miembros de una organización terrorista ni las armas ni municiones fueron encontradas. Sin embargo, sus libros se encuentran en sus hogares por autores como Kropotkin, que son publicaciones de carácter jurídico y se puede encontrar en cualquier librería en estas tierras fueron tomadas para ser lo más documentos de la organización y poner en frente de ellos por la policía en los interrogatorios en la prisión. Noticias que leer acerca de los anarquistas en las redes sociales como Facebook, vídeos compartidos que se presentaron a la corte como evidencia de la pertenencia a una organización terrorista.

Su trabajo en materia de libertad de los animales, los derechos humanos y la ecología y de su pertenencia a las asociaciones completamente legales en relación con estas actividades se muestra de nuevo como prueba de pertenencia a organización terrorista. Todo tipo de presión psicológica se practica en estas personas que no se les permitió ver los miembros de la familia o para llamar a cualquier persona, incluyendo sus abogados para toda la duración de 4 días que estuvieron bajo custodia. Uno de nuestros amigos, un individuo LGBTT fue sometida a la incitación al odio debido a su su / sexual de tendencia. Todos los sospechosos fueron obligados a aceptar la existencia de la organización terrorista y para dar declaraciones falsas en contra de otros. De hecho dos personas que eran incapaces de soportar esta presión y por temor de las amenazas, como que iban a ser condenados a penas de prisión de 15-20 años por ser miembros de la organización terrorista hizo declaraciones negativas contra las personas que nunca han conocido antes. Identificaron a las personas la fuerza de policía que nunca habían visto ni una sola vez en sus vidas antes a pesar de que la policía no pudo encontrar pruebas de las conversaciones entre ellos a través del teléfono o de Internet, acusó a algunos de ser líder de la organización. Muchos de nuestros amigos fueron detenidos por razones de modelo de uso y el color de los zapatos que pueden ser poseídos por millones de personas, o por sus accesorios como bolsos y cinturones que tenían el mismo aspecto de los accesorios en las imágenes (CCTV). Por supuesto, la existencia de una organización terrorista no se puede establecer con estas evidencias insuficientes e ilógico. Por esta razón nuestros casos sólo se han llevado ante el tribunal con la acusación de causar daño criminal a la propiedad pública. Nos gustaría señalar que, como para nosotros, los anarquistas que rechazan todo tipo de ley y la autoridad, que ven todos los estados como asesinos, ya sean los nombres de los estados nos como terroristas o no, no significa nada para nosotros.
El hecho de que el mismo estado, que mató a decenas de personas inocentes en Roboski (Uludere), que masacró a Uğur Kaymaz con 13 balas y que no castigó a nadie, o condena por estos delitos, nos está tratando de ha de ningún valor en absoluto en nuestros ojos. El estado que asesinó a 34 personas el 1 de mayo de 1977 no había tomado aún en cualquier persona bajo custodia de esta masacre. Sin embargo, en este 1 de mayo (2012) el Estado no ve ninguna objeción para tomar en custodia a 60 personas y para la detención de nueve sólo por las ventanas de tres a cinco bancos estaban rotas. Dos de nuestros amigos detenidos fueron incapaces de tomar sus exámenes finales de la universidad, sus estudios se prolongará, con las posibilidades que van a ser objeto de cuestionamiento de investigación, la repugnancia por la fuerza o expulsados de la educación todos juntos. Un amigo se está preparando para el examen de ingreso a la universidad, es obvio s / él no será capaz de preparar o estudiar para este en la cárcel. Otro amigo que ha estado llevando a cabo un estudio de los maestros no podrán escribir sus tesis. Noticias de que se recibieron 3 amigos fueron despedidos de sus puestos de trabajo después de ser arrestado. Desde el momento en que fueron puestos bajo custodia, hemos experimentado personalmente de primera mano que el sistema jurídico, de los cuales el Estado no puede tener suficiente de presumir, no es más que una herramienta de opresión y monotypefication, que conceptos tales como justicia y equidad y los derechos permanecen como expresiones desnudos en papel y queremos ser (juego) en libertad de inmediato. Pero que nadie nos malinterprete, no estamos pidiendo a nadie ni pidiendo nada a nadie. Somos conscientes del hecho de que se llevan a cabo aquí a causa de nuestras opiniones políticas. Por esta razón, no me arrepiento de nada que hemos hecho o hemos dejado de hacer. Nuestro único objetivo al escribir esta carta es para asegurarse de que el público conozca la verdad.
Sabemos que la intención de aquellos que nos han detenido sólo porque somos anarquistas y no reconocen su autoridad, es para nosotros a su vez, mediante la intimidación, en personas que tienen miedo de reclamar hasta el más pequeño de nuestros derechos y mucho menos demostrar o tener acción (contra la injusticia). Pero lo que no sabemos es, las prisiones de sus civilizaciones podridos no se pueden limitar o controlar nuestros pensamientos y nos sentimos más fuertes que nunca.
Vemos todos los anarquistas en el mundo como nuestros hermanos y hermanas, y enviar a todos aquellos cuyos corazones están en llamas por la libertad, de Atenas a Amed, de Chiapas a Gazze, de Toronto a Seattle nuestros saludos, el amor y la llamada de la solidaridad. Ellos deben saber que no están solos, hay gente en estos geografía que están luchando por la libertad también. Damos las gracias a todos por la solidaridad que mostró con nosotros y por las manifestaciones que tenían. Al igual que el resto del mundo, las páginas no sólo es suficiente para agradecer a los anarquistas de estas tierras (Turquía) que han sido solidarios con nosotros desde el principio y que ha demostrado por nuestra libertad. Les abrazo a todos con nuestros saludos más calurosos sincerestand. Todos ustedes deben saber que somos conscientes de que usted está de nuestro lado y no nos sentimos solos ni siquiera por un momento. Deseando muchos días juntos en la solidaridad y la rebelión …

Beyhan Çağrı Tuzcuoğlu

Burak Ercan

Deniz

Emirhan Yavuz

Murat Gümüşkaya

Oğuz Topal

Sinan Gümüş

Ünal Can Tüzüner

Yenal Yağcı

PLEASE SPREAD !

hakikat / alethea

Posted in aktivizm (activism), Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Çevre (Enviroment), Belgesel (Documentary), Ekoloji (Ecology), insan hakları (human rights), yakın tarih ( near history ) on Nisan 27, 2012 by anticopyrighttr


“‘çok uluslu’ şirketler 1989-1990 yıllarından başlayarak bu coğrafyada siyanürlü özütleme yöntemiyle altın çıkarmak amacıyla lisanslar aldılar.
bu coğrafyanın yaklaşık 600 ayrı noktasında altın buldular ve bu altını çıkartmak istiyorlar.tüm dünyada siyanürlü özütleme yöntemiyle altın çıkartılan maden sayısının 1000 civarında olduğu düşünülürse bu sayının bu coğrafya ve onun ekosistemiyle bağıntılı önemi daha iyi anlaşılacaktır.
bergama ve çevrsindeki 17 köyün halkı 1990-1991 yıllarından başlayarak eurogold adındaki bu maden işltemesine karşı bir direniş başlatmış ve bu direnişi 17 yıldır sürdürmektedir.bu çalışmanın tamamlandığı 2007 ocak ayında şirket hukuksuz olarak danıştay ve aihm kararlarına rağmen çalışmaya devam etmekteydi.”

since the year of 1989 multinational mining companies have been coming to turkey in order to mine gold with the cyanide leaching process. eurogold, an australian and canadian joint is one of them. their mine is situated in bergama. the people living in bergama and the 17 villages in the surroundings started to resist the project. the people won all the instances of their legal struggle. however, the mine still operates.
the story in the documentary is about the people and their long struggle.

türkçe / english subtitled !!!

indir / download:

https://rapidshare.com/files/4131152398/hakikat-alethea.part1.rar
https://rapidshare.com/files/3507507990/hakikat-alethea.part2.rar
https://rapidshare.com/files/4051564665/hakikat-alethea.part3.rar
https://rapidshare.com/files/1638904632/hakikat-alethea.part4.rar