
BU BİR AŞK HİKAYESİ DEĞİL, ATAERKİNİN KURUMLARINA KARŞI SİLAHLI MÜCADELE
Birçok feminist kuramcı ve aktivist, saldırı ya da savunma amaçlı, fiziksel ya da sözel olsun kategorik olarak ‘şiddet’e karşıdır. Buna neden olarak (kendi içinde son derece muğlak bir terim olan) ‘şiddet’in kökeninin ataerkil kültür ve ataerkil zihniyet olduğunu ve bir şekilde erkeklerin ‘icadı’ olduğunu gösterirler. Oysa ki şiddet doğal hayatta sayısız biçimde var olmakta ve yerel eko-sistemlerin dengesine önemli biçimde katkıda bulunmaktadır. Bazı feminist düşünürlerin şiddete ve güç ilişkilerine yönelik çözümlemeleri dikkat çekici olsa da, üzerimizdeki tahakkümü karşı hedef alan devrimci şiddetin tümüyle lanetlenmesi, oldukça karmaşık olan bir durumun fazlasıyla basitleştirilmesidir.
Kadınlar ve erkekler olarak hepimiz ataerkil tirani örgüsünün içine doğuyoruz, bu örgüde bize baskı uygulayanlar bizi siyasal ve toplumsal olarak boyun eğmeye zorlamak için şiddeti kullanıyorlar ve hepimiz hayatlarımız üzerinde yeniden hak iddia edebilmek için umutsuzca yeni yollar arıyoruz. Ataerkiye ve medeniyete karşı özgürleşme mücadelesinde silahlı direniş hareketlerinin rolünün (ve kadınların bu hareketlere katılımının) tamamiyle ‘özcü’ bir bakış açısıyla incelenmesi – örneğin Robin Morgan’ın sıklıkla alıntılanan çalışması “The Demon of Lover” ‘da yaptığı gibi – kadın tarihsel (herstorical) revizyonizmin- yanıltıcı ve aldatıcı bir biçimidir. Bu yaklaşım, Birleşik Devletler’in güneyindeki köle sahibi silahlı kamplara Yeni Afrikalı dostları tutsaklıktan kurtarmak için yapılan gerilla baskınlarında başı çeken Harriet Tubman ya da Assata Shakur, Marilyn Buck, ve Bernadhine Dhorn gibi silahlı mücadeleyi bir taktik olarak coşkuyla benimsemiş ve bundan en ufak bir pişmanlık duymayan kadınların hayatını yok sayar. Bu makale, silahlı mücadeleyi savunmaya çalışmayacak (çünkü bizce bunu meşrulaştırmaya gerek yok), onun yerine ataerkinin kurumlarına karşı şiddet kullanarak mücadele eden birçok grup arasından ikisi üzerine yoğunlaşacak.
“Feminist hareketi anlayan ya da gerçek kadının ruhunu bilen hiç kimse kadınların erkekleşmek için mücadele ettiğini varsaymak hatasına düşmez. Bu fikir eril zihniyetin bir buluşudur. Kadınlar bugün de yüzyıllardır olduğu gibi kadın olma özgürlüğü için mücadele ediyorlar.” Anne B. Hamman
Batı Almanya’da Devrimci Hücreler’in ve Rote Zora’nın Silahlı Mücadelesinin Kadın Tarihi
Devrimci Hücreler’ in (RZ) ilk kez kendini göstermesi, 16 Kasım 1973′ te Batı Almanya’ da ITT’ye karşı düzenlendiği saldırı ile oldu. Saldırının amacı bu çokuluslu şirketin Şili’ deki Pinochet askeri darbesine verdiği katkıya dikkat çekmekti. 1975’te RZ’ deki kadınlar, Almanya, Karlsruhe’deki Federal Anayasal Mahkeme’ye karşı ilk patlayıcı kullanılarak yapılan saldırıyı düzenlediler. Saldırı mahkemenin yeni kürtaj yasasını desteklemesinden bir gün sonra gerçekleşti. RZ kadınları, doğal olarak, tüm kadınların bedenlerinin kaderlerini tayin hakkını ve bunun bir parçası olarak her kadının tam bir kürtaj hakkına sahip olmasını talep ediyordu. 1976′ da birçok kadın RZ’ den ayrıldı ve kendi ayrı gruplarını kurdu. Her ne kadar bazı kadınlar Devrimci Hücreler’ in bir parçası olmaya devam ettiyse de, ataerki karşıtı militan feminist grup Rote Zora (Kızıl Zora) 1977′ den itibaren özerk ve bağımsız biçimde hareket etti. Bu süreçte Devrimci Hücreler de odağını Almanya’daki nükleer karşıtı harekete destek vermek için gizli sabotaj eylemlerine kaydırmıştı.
Kızıl Zora ağırlıklı olarak ataerkil kurumlara, şirketlere ve tüm dünyada kadınlara baskı uygulayan ve kadınları sömüren eril cinsiyetçi toplumu temsil eden ve kuran kişilere saldırdı. Porno tüccarlarına, sex shop’lara, uluslarası kadın tüccarlarına (Asyalı kadınları Batı Alman erkeklerine “gelin” olarak ithal ederek kar edenlere), zorla kısırlaştırma ameliyatları yapan doktorlara, Doktorlar Birliği’ne (“Bize göre Doktorlar Birliği önlüklü tecavüz savunucularıdır”) ve doğum kusuruna sebep olan Duogynon’u üreten Schering gibi şirketlere saldırdı. Kızıl Zora’nın gözde taktiklerinden biri de yasal olmayan sahte otobüs ve tramvay biletleri basmaktı. Kızıl Zora ayrıca 1984′ teki barış hareketine bir eleştiri geliştirebilmek için uğraştı. Kızıl Zora’ya göre barış hareketinin hatası, silahlanma ve kriz arasındaki emperylizm bağlamını tartışmak yerine siyasal amaçlarını metrpoldeki barışın korunmasına yoğunlaştırmasıydı. Bu bağlam, Üçüncü Dünya’daki sefalet ve toplumsal kesintiler; cinsiyetçilik ve ırkçılıktı.
1990’larda Kızıl Zora
1990’ların ilk yıllarında RZ eylemlerini Batı Almanya’ nın göçmen ve mülteci politikaları konusuna yoğunlaştırdı. Köln’ deki Merkezi Sicil Merkezi’ne yapılan saldırı ya da Batı Almanya Göçmen Polisi Başkanı Hollenburg’un yaralanması gibi saldırılar, militan siyasetlerinin kapsamının genişliğini gösterdi. Saldırıya uğrayanlar Almanya’ daki ırkçı iltica politikalarından doğrudan sorumlu olan kişilerdi. Tüm belgeleri, dosyaları ve verilerini imha ettikleri kurumlara yapılan saldırılarda ise niyetleri devlet tarafından denetlenmeyen ya da düzenlenmeyen bir alan yaratmaktı.
1970’lerin başından itibaren, RZ ve Kızıl Zora ataerkil kültürün altyapısına yönelik 200 kadar saldırı düzenledi. Kızıl Zora’ nın en kapsamlı ve başarılı saldırı harekatı, Batı Almanya’ nın en büyük giyim üreticilerinden olan Adler Şirketi’ nin 10 şubesine yerleştirilen yangın bombaları oldu. Şirket Güney Kore ve Sri Lanka’ daki fabrikalarda düşük ücretlerle çalışan kadınların ürettikleri kıyafetleri Almanya Federal Cumhuriyeti’ nde indirimli fiyatlarla satıyordu. “Güney Kore Adler’ deki kadınlar azami çalışma yetilerinin sömürülmesine karşı mücadele ediyorlar ve gündelik hayattaki cinsiyetçilikle savaşıyorlar. Almanya Federal Cumhuriyeti’ nde mücadelelerine destek istiyorlar. Sonuç olarak üç kıtaya yayılmış, anlamsız üretim merkezlerinde, özellikle de Güney Kore ve Sri Lanka’ daki Adler’de çalışan kadınların boktan çalışma ve yaşama koşulları, bildirilerle, etkinliklerle ve Adler’ in perakende satış yerlerinde yapılan eylemlerle daha çok bilinir oldu. Bu eylemlerde emperyalizm karşıtlığı pratik olabilir. Yani oradaki (Güney Kore’ deki) kadınlarla, buradaki kadınların (Kızıl Zora) mücadelelerinin bağdaşması mümkündü. Biz Üçüncü Dünya kadınları için savaşmıyoruz, onlarla birlikte savaşıyoruz.” (Kızıl Zora’nın Adler açıklamasından alıntı)
1987′ de Kızıl Zora ve Berlin’deki kız kardeş grupları Amazonlar (Amazonen) Batı Almanya’da on tane Adler mağazasını bombaladı ve milyonlarca dolarlık hasar yarattı. Saldırılar sonucunda Adler, tekstil çalışanlarının taleplerine cevap vermek zorunda kaldı. Bu militan direnişin etkili olabileceğine açık biçimde örnek oldu. Hem Kızıl Zora hem de Devrimci Hücreler’in yapıları anti-otoriterdi ve hedef seçerkenki karar verme süreçleri merkezsizleşmişti. Ayrıca her ikisi de militan doğrudan eylemin devrimci hareketin sadece bir kısmı olduğuna işaret ediyorlardı. “Her ne kadar etki alanı geniş ve kapsamlı siyasal kampanyalara ve toplumsal hareketlere katılımımızı militan eylemlerimizle yapıyor olsak da bu eylemler, bildiri ve el ilanları dağıtmaktan, yürüyüşlerden, oturma eylemlerinden, gazete basmaktan, insanları eğitmekten ya da ev işgallerinden daha önemli değiller. Yapılacak eylemleri seçmede hiyerarşik bir sisteme sahip değiliz. Hiyerarşik bölümlenmelerle düşünmek eylemleri ayrıcalıklı bir bakış açısıyla değerlendirmeye yol açıyor ve ataerkil düşünce biçimine yaklaştırıyor.” (1980 yılında Autonomie’de yayınlanan RZ üyeleriyle yapılmış röportajdan alıntı.)
Kızıl Zora’nın oldukça militan doğrudan eylemlerinin taktiksel başarısının nedenlerinden biri, birçok insanın önceden bilgilendirilmiş olduğu ve ilgiyle yaklaştığı konulara eğilmeleriydi. Örneğin Kızıl Zora eylemleri, anarşist ve radikal medyanın cinsiyetçilik, kadınların ezilmesi ve sömürülmesi, kadınların bedenleri üzerinde denetim sahibi olma hakları konularında uzun zamandır kamuyounu bilgilendirdiği Batı Almanya’da varolan kitlesel feminist hareketlere çekici geldiği için geniş destek kazandı. Her ne kadar RZ Kızıl Zora kadar çok destek kazanmadıysa da, 1987’de Devrimci Hücreler’in destekçileri “Der Weg Zu Erfolg” (Başarıya Giden Yol) adlı stratejilerini, siyasetlerini ve eylemlerini anlatan bir kitap yayınladı. Bir haftadan kısa bir süre sonra kitap radikal kitabevlerinin raflarında yerini aldı ve 3000 civarındaki baskının tümü satıldı.
RZ’nin ve Kızıl Zora’nın birçok eylemi halk desteği olmaksızın bu kadar etkili olmazdı. Kendi başlarına eylemleri onların uzun erimli mücadeleden yalıtılmasına neden olabilirdi. Fakat kitle hareketlerinin desteğiyle RZ ve Kızıl Zora yer üstü mücadelede etkin olan birçok insan arasında yeraltındaki kimliklerini ifşa etmeden çalışma imkanı buldu. Kızıl Zora’nın kadın tarihinde sadece bir kadın Kızıl Zora’ya üye olduğu için tutuklandı ve delil yetersizliği sonucu aleyhine yapılan suçlamalar düşürüldü.
Belgesel yakalanabilen tek üyesi ile yapılmış bir röpörtajdır.
Rote Zora, a militant feminist group, started in 1974, when they bombed the Federal Constitutional Court of Germany in Karlsruhe to protest against the abortion law.
In addition they bombed the Federal Doctor’s Guild (in 1977), numerous sex shops, the cars of landlords, the Siemens company, and the company Nixdorf Computer AG. While carrying out hundreds of attacks, the group always took care to not physically harm people.
Rote Zora was a split from the organization Revolutionary Cells, though some members continued to associate with both. The group’s last action was in 1995.
the file that we uploaded is a documentar interview with the only member who was arrested while rote zora was active.
Die Rote Zora war eine feministische und linksradikale Gruppe in der Bundesrepublik Deutschland. Anfang der 1970er war sie Teil der Revolutionären Zellen, von denen sie sich in den 1980er löste und selbständig wurde.
Die Frauen der Rote Zora verstanden sich als mehr oder weniger loser Zusammenhang von radikalen Feministinnen. In einem Interview, das sie der Zeitschrift Emma zur Verfügung stellten, berichteten sie 1984 erstmals ausführlich über ihre Ziele und Arbeitsweisen und luden alle interessierten Frauen ein, mit ihnen ein auch im Alltag umsetzbares Konzept radikaler feministischer Kritik und Praxis zu entwickeln. Dabei wollten sie sich nicht allein auf spezifische Frauenthemen beschränken. Neben der internationalen Frauensolidarität, Kampf gegen den § 218, Reproduktionsmedizin und Gentechnologie, Sextourismus und Frauenhandel, Lebenssituation von Flüchtlingen, legten sie ihren thematischen Schwerpunkt auf die Lebens- und Arbeitsbedingungen von Frauen in Ländern und Regionen mit besonders entfesselten Formen wirtschaftlicher und patriarchaler Verwertung.
Sie verstanden ihre Politik nicht als extrem, sondern als radikal. Ziel sei es nicht, sich von der Frauenbewegung durch extreme Formen abzugrenzen, sondern mit Frauen in extremen Widersprüchen (z.B. wirtschaftliche Abhängigkeit der betroffenen Frauen und der damit verbundenen Zwang zur Prostitution etc.) radikale Veränderungen fordernde Antworten zu finden. Unter Radikalität verstanden sie auch eine Kritik an strukturellen Gewaltverhältnissen, die sich somit auch in Gesetzen widerspiegeln würden. Radikale feministische Position kämen somit konsequenterweise mit dem Gesetz in Konflikt. Eine grundlegende Voraussetzung für eine radikal feministische Politik sahen sie in der Solidarität unter Frauen, die sich auch frech und selbstbewusst organisieren müsse. Dazu forderten sie Frauen generell auf, sich in Banden zusammenzuschließen. Militarismus wird generell einer Kritik unterzogen. Die von ihnen als legitim erkannten Widerstandsformen beschreiben sie mit dem Begriff Militanz. Bei ihren Aktionen legten sie Wert darauf, dass Menschen nicht in Gefahr geraten.
ALMANCA / GERMAN !!!
indir / download:
http://rapidshare.com/files/388387271/rote_zora.part1.rar
http://rapidshare.com/files/388223960/rote_zora.part2.rar