Archive for the Bienale – 2010 Avrupa Kültür Başkentliğine Karşı ( Against Bienal and 2010 European Capital of Culture Category

küresel markalı kentte isyan

Posted in Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Bienale - 2010 Avrupa Kültür Başkentliğine Karşı ( Against Bienal and 2010 European Capital of Culture, destek ( support ), insan hakları (human rights), soylulaştırma "kentsel dönüşüm" / gentrification on Temmuz 31, 2010 by anticopyrighttr

” İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın sahibi olduğu Kahve Dünyası markası tarafından üretilen ve Bülent Erkmen tarafından tipografik tasarımı yapılan İstanbul 2010 çikolataları piyasaya sürüldüğünden beri ağzımda acı bir tat var. Parlak renkli çikolata kutularının içinde ne saklı olduğunu merak ediyorum. Özel tasarım ambalajlarıyla birlikte iştahla yalanıp yutulan nedir? Marka yetkilileri ürünlerinin “İstanbul’u küresel kent yapmak adına önemli bir katkı olduğunu” iddia ediyor. Bu çikolataların hammaddesi öyle sıradan bir şey olmasa gerek.

2010 Avrupa Kültür Başkenti bir çikolata fabrikası gibi çalışıyor. Bu fabrikada sermayenin ağzını sulandıran türden bir kent imgesi üretiliyor: Sınıfsal ve kültürel çatışmalardan, gündelik yaşamın şiddetinden arındırılmış, yarı canlı, yarı ölü bir beden olarak kent, tatil köyü, eğlence merkezi, küresel marka olarak İstanbul.  Bu imge kentin içerisini ve dışarısını, toplumsal yaşamın ve siyasetin sınırlarını belirliyor. Kim kente vizeyle, kim dozerle girecek, kim burada yaşamayı hak ediyor ve buna kim karar verecek? Herkes haddini bilecek.

İstanbullu dediğin güzel, kültürlü, paralı, iyi huylu bir insan evladı. Tek tip İstanbullu yok elbette,  sütlüsü de var, bitteri de. Aynı ambalaj içinde kültürel çeşitlilik aroması. Oysa bir de sermayenin çiğneyip tükürdüğü, ambalajsız, çıplak İstanbul var. Ve bu yazı onunla ilgili.

DİSİPLİN:

Kentin geleceğini emlakçıların internet sitelerinden okuyoruz. Yazının başlığı: “Küçükçekmece Yeni Maslak Olmaya Aday.” Şöyle devam ediyor: “Kültür yatırımlarına önem veren Küçükçekmece Belediyesi üç büyük sanat merkezi açtı […] Yatırımlar yapılmadan önce kültür ve sanat anlamında adı anılmayan Küçükçekmece, artık ‘Avrupa Başkenti’nin Kültür İlçesi’ olarak kendinden bahsettiriyor.” Spor yatırımlarına da önem veren belediye, iki olimpik havuz açmış. “80.000 kişi kapasiteli Olimpiyat Stadı ise ilçenin kaderini değiştirecek en önemli yatırım” imiş.

İşte bizim hikayemiz tam da burada, Olimpiyat Stadı’na bakan bir tepede başlıyor. Kültür, sanat, spor yatırımları, plaza ve rezidanslarla kaderi değişen Ayazma Mahallesi’nde geçiyor.

TEM Otoyolu çevresinde yapılan lüks toplu konut projeleri, İkitelli Organize Sanayi Bölgesi ve Olimpiyat Stadı’nın inşa edilmesinin ardından mahallenin üzerine kurulduğu arazinin değeri arttı. Küçükçekmece, orta-üst sınıf rezidansları, alışveriş merkezleri ve marinasıyla yeni bir Maslak’a dönüşecekti. Yeni Maslak’ın sakinleri Ayazmalılar olmayacaktı elbette. 2004’te TOKİ, Büyükşehir Belediyesi ve Küçükçekmece Belediyesi üçlü protokol imzaladı. Ayazma – Tepeüstü Mevkileri Kentsel Dönüşüm Projesi başladı.

Ayazma Mahallesi sakinlerinden hak sahibi olarak kabul edilen 1474 ailenin, Bezirgânbahçe’deki TOKİ konutlarına taşınmasına karar verildi. Hak sahipliğinden yararlanamayan, Ayazma’da kiracı olan 42 aile ise tamamen yok sayıldı. Devlet Ayazmalı kiracıları bir anlamda vatandaşlıktan çıkarmış oldu. Fakat onların gidecek başka yerleri, yaşayacak başka hayatları yoktu. Diğer yandan kente pençeleriyle tutunan mahallenin çirkin görüntüsü bölgenin yeni sakinlerini rahatsız ediyor, uğruna milyonlar harcanan güvenli ve huzurlu kent imgesini tehdit ediyordu. Çok geçmeden yıkım geldi.

SAVAŞ:

Toplumsal ve politik hayatın kıyısında, uçurum kenarında kurulmuş Ayazma’da ilk yıkımlar 2005 yılında gerçekleştirildi. “İmparatorluk”ta iç savaş nedir, o günü yaşayanlar çok iyi bilirler. Fetih için gelmişlerdi. Alacakaranlıkta baskın, çocukları korkudan delirtti. İnsanlar insanlıktan çıktı. Değil özel eşyalarını, bebeklerini yıkımdan zor kurtardılar. Taş taş üstünde kalmayıncaya kadar, dozer ve cop, küfür ve dayak inatla çalıştı.
Ayazma’da yıkım savaşın ve siyasal şiddetin uzamsal ve zamansal sınırlarının ortadan kalkmasının kanıtıydı. Yüksek yoğunluklu polis müdahalesi, geleneksel olarak dışarıda kurgulanan “düşman” ve içeride kabul edilen “tehlikeli sınıflar”ın ayırt edilemez hale gelişi, terör, uyuşturucu ve fuhuşla suçlanan genelleştirilmiş, soyut bir düşmana karşı savaş… Ayazmalılar bu kavramları çok iyi biliyor.

KONTROL:

Çoğunluğu 90’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu’dan köyleri boşaltılarak sürgün edilen Ayazmalılar için bu, ikinci zorunlu göçtü. Yıkımlar sonrasında imkanı olanlar kiraya çıktı, hısım akrabanın yanına sığınanlar, memlekete dönenler oldu. Sonuçta geriye 18 aile kaldı. 50’si çocuk, 27’si öğrenci 77 kişi, İstanbul’un gördüğü en büyük mücadelelerden birine başladı.

18 aile 2 yıl barakalarda yaşamaya terk edildi. 2007’de Belediye 1500 polisle mahalleyi kuşattı ve barakaları yıktı. Çadır kurdular. Küçükçekmece Belediyesi 2008’de çadırları da yıktı ve yeniden çadır kurulmasını engellemek amacıyla yıkıntıları ortadan kaldırdı. Bedenlerinden başka sığınacak bir şeyleri kalmayana kadar soyuldular. En azından kadınların ve çocukların birkaç gün belediyenin tesislerinde misafir edilmesini istediler. Belediye kabul etmedi. Çünkü İktidarın, fethettiği topraklarda savaşı her gün, tek tek her vatandaşın bedeninde yeniden kazanması gerekiyordu. Söz konusu olan canlı beden olarak bireyin toplumsal siyasal stratejilere dahil edilmesiydi. Ayazmalıların biyolojik hayatları siyasi çatışma alanı haline gelmişti.

Çadırlarda soğuktan ölen bebekler, yeşil kart verilmeyen hastalar, salgın hastalık ve ölümle göçe zorlanan insanlar “çıplak”tır. Nüfus kayıtlarından silinmiş, haritalardan çıkarılmış, etnik ve politik kimlikleri yok sayılan insanlar toplumsal yaşamın dışına terk edilmiştir. Kentsel dönüşüm ev ve şehir, özel hayat ve siyasal varoluş arasındaki duvarları ortadan kaldırırken en açık örneğini toplama kamplarında gördüğümüz türden çıplak hayatlar yaratır. Cinayet işlemeksizin yok edilebilen olan bu hayatlar çıplaktır.

KAMP:

Yasaların çözüldüğü ve askıya alındığı, dolayısıyla insanın çıplak hayatının ortaya çıktığı bir yerdir kamp. Burada birey siyasal-toplumsal kimliği değil, biyolojik özellikleri üzerinden tanımlanır. İnsan çıplak hayatıyla baş başa kalmıştır. Kamp “yersizleştiren bir yerleştirmedir”. Tıpkı Ayazma’daki çadır kent ya da Bezirgânbahçe TOKİ konutları gibi.

Toplumsal muhalefetin, kentsel dönüşüm yaşanan diğer mahallelerin desteği, Ayazmalı 18 ailenin olağanüstü direnciyle birleşince Küçükçekmece Belediyesi’ne yapılan baskılar sonuç verdi. Ayazmalılar, yerel seçim arifesinde, bir senelik kiraları belediye tarafından ödenmiş şekilde Bezirgânbahçe’de kiralık konutlara taşındılar ve hak sahipliğinden yararlandırılmaları için gerekli girişimler başlatıldı.

Ayazmalı 18 aile Bezirgânbahçe TOKİ konutlarına yerleştirildiğinde savaş bitmiş değildi. TOKİ konutları, yeni sakinlerinin sosyal ve ekonomik yaşam koşulları tamamen göz ardı edilerek inşa edilmişti. Kira yardımı bittiğinde, enformel sektörde süreksiz işlerde çalışmak durumunda kalan Ayazmalılar için apartman aidatlarını bile ödemek imkansız hale gelmişti.  Zaten çadırda kaldıkları süre içinde ve evleri için verdikleri mücadele sırasında pek çok kişi işini kaybetmişti.

Bezirgânbahçe’de Ayazmalılar’ın doğayla, kentle, yaşamla ilişkileri paramparça olmuş, kadınlar 15 katlı beton bloklar içindeki hücrelerinde tecrit edilmişlerdi. Bloklar depreme dayanıksız ve son derece sağlıksızdı. Üstelik daireler ailelerin çocuk sayısı göz önünde bulundurulmaksızın dağıtılmıştı. İnsani bir yaşam TOKİ tabutlarına sığmıyordu.
Böylece projede hak sahibi kabul edilen Ayazmalılar’ın yaklaşık dörtte üçü kısa süre içinde sözde sosyal konutlardan dışlanmış oldular.

Bu durumu fırsat bilen TOKİ, başlangıçta borç süreci boyunca satmama koşulu koyduğu konutların el değiştirmesini sağlayacak yeni bir düzenlemeye gitti. Bezirgânbahçe konutlarında barınamayan aileler sosyal konut haklarını, orta ve üst sınıflara devrederek göç etmek durumunda kaldılar.
Ayazmalı 18 kiracı aile ise barınma hakkı mücadelesinde, İstanbul’da yaşayan tüm yoksullar için emsal teşkil edecek bir zafer uğruna her şeyi göze almıştı. Kira ya da gıda yardımı için çaldıkları kapılar yüzlerine kapandığında bile pes etmediler.

Yoksulluklarını neden göstererek çocuklarını ellerinden almaya gelen yardım kurumlarına boyun eğmediler. Şubat 2009’da “hak sahibi” olarak kabul edilip, Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay’dan peşinatsız ve uygun şartlarda konut sözü aldılar. Mart 2010’da Kayabaşı TOKİ konutlarına Ağustos ayında yerleşmek üzere kura çekimine katılırlar. Oysa çok geçmeden, ödeyemeyeceklerini bile bile bu ailelerden 15 bin lira peşinat istendi. Bugün ödeme süresi geçti ve Ayazmalılar hak sahipliliği haklarını da kaybetmiş durumdalar. Ama mücadele hala, inatla sürüyor. Her tür psikolojik ve fiziksel şiddete karşı hala direniyorlar. Her gün yeni bir yalanla kırılmaya çalışan umutları hâlâ diri.

EGEMEN İSTİSNA:

Peki uluslararası sözleşmeler ve Anayasa’ya rağmen Ayazmalılar’ın yaşadıkları şiddet “hukuk dışı” değil midir? Hayır, tüm yasaların askıya alındığı Ayazma’nın durumu “hukuk dışı” değildir. Tersine Ayazma, mevcut hukuk düzeninin işleyişini ve iktidarın yapısını açığa çıkaran bir “istisna”dır. Schmitt’i izleyen Agamben’e göre, hukuksal-siyasal yapının başlangıcı, iktidarı elinde bulunduran egemenin istisnaya karar verme yetkisidir. Egemen “istisna” haline karar verendir. Bu özelliği ile egemen, hukuk düzeninin içinde kaldığı halde, bu düzenin geçerli olması durumunda sorumlu tutulacağı eylemler nedeniyle suçlanmaz. Evet, Ayazma yasaların askıya alındığı bir “istisnadır” ama bugün İstanbul’un her yerinde “istisna” kentsel politika haline gelmiştir. İstanbul’da kentsel dönüşüm, olağanüstü hal yasaları ile yürütülmektedir. Hükümetin, TOKİ’nin ilçe belediyeleriyle anlaşamadığı noktada imar yetkisini devralabilmesini mümkün kılan yeni bir yasa teklifini TBMM’den geçirmeyi hedeflemesi, istisna durumuna karar verme yetkisinin en açık kanıtıdır.

Var oluş amacının tersine 2004-2007 arasında ürettiği 310 bin konutun yalnızca yüzde 20’si sosyal konut niteliği taşıyan TOKİ, 2002 yılından beri ayrıcalıklı bir kamu tekelidir. 5162 sayılı “Toplu Konut Kanunu’ndaki düzenlemeler” ile gecekondu dönüşüm projelerini planlama yetkisi belediyelerden TOKİ’ye aktarılmıştır. 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nu uygulama yetkisi ise Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’ndan alınıp TOKİ’ye devredilerek, gecekondu bölgelerinde kurumun tek söz sahibi olması sağlanmıştır. TOKİ, Başbakanlık’a bağlı ve denetimi yalnızca Cumhurbaşkanı’nın talebiyle gerçekleştirilebilecek, özel şirket gibi çalışan ama devletin tüm gücüyle donatılmış bir devdir. TOKİ olağanüstü yetkileriyle, bir zamanlar sadece hükümdarın girebildiği “metruk istisna alanında” hüküm sürmektedir.

KÜRESEL KENTTE KARGAŞA:

Avrupa Kültür Başkenti projelerinin katılımcılık ve birlik iddialarının tersine, bu kentte İstanbullular başlığı altında toplanan insanları büyük bir uçurum ayırır. Tüm küresel kentlerde olduğu gibi İstanbullular da küresel sermayeden pay alanlar ve onların bu payı almaları için bedel ödeyenler olarak ikiye ayrılır.

2010 yılında İstanbul bir kültür başkenti değil, bir savaş alanıdır. Savaş genişleyerek bir çeşit toplumsal ilişki biçimine dönüşmüş, İstanbul’un genelinde kentsel dönüşümün ana ilkesi haline gelmiştir. Kentte tüm mülkiyet ilişkilerini ve tahakküm tekniklerini belirleyen savaş, istisnai bir durum olmaktan çıkmıştır. Söz konusu olan, modern anlamda bir cephe savaşı değil, biyo-politik isyan bastırma stratejisidir.

Kültürel çeşitlilik, çoğulculuk yalanını unutun. İstanbul yoksullar, emekçiler ve göçmenler için şiddet ve hukukun arasındaki belirsiz eşikte inşa edilmiş bir toplama kampı haline gelmiştir. Bugün İstanbul, öldürülmeleri suç teşkil etmeyecek çıplak insanlarla dolu bir istisna mekanıdır. Burada olağanüstü hal, kural haline gelmiştir.

İSYAN:

Türkiye’de 2010’un ilk çeyreğinde toplam alışveriş merkezi sayısı 225’e yükselirken, İstanbul’da sadece 2009 yılında 5 alışveriş merkezi açıldı. 2009 yılında sadece İstanbul’da 80 binin üzerinde satılamayan lüks konut stoğu oluştu. TOKİ sadece İstanbul’da metrekare fiyatı 13 bin 500 dolara kadar çıkabilen 45 bin lüks konut inşa etti. Ayazmalı 18 aileye 18 daire bulunamadı.
Sonunda Aziz Yeniay’ın oyunculuk yeteneği keşfedildi. 26 Şubat 2009’da Cevahir Hotel’de düzenlenen görkemli bir gecede, Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay tiyatroya ve sanata verdiği destekten ötürü Muhsin Ertuğrul Tiyatro Özel Ödülü’ne layık görüldü. Ayazmalı 18 aileye 18 daire bulunamadı.

1 Haziran 2010’da Gazi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Erdoğan Bayraktar’a “Toplu konut alanındaki birikimi, kamu arazilerini ve kaynaklarını verimli biçimde değerlendirip halka açmasındaki çabaları; alt gelir gruplarına yönelik konut üretimi konusundaki katkıları, gecekondu önleme, kentsel gelişim ve yenileme çalışmalarından dolayı” fahri doktora unvanı verildi. Ayazmalı 18 aileye İstanbul’da 18 daire bulunamadı.

Ama Ayazmalı 18 aile her hafta cumartesi ve pazar günü Küçükçekmece Belediyesi önündeki Atatürk Parkı’nda, dayanışmaya gelenlerle birlikte çıplak kenti sarsıyor, eylem ve mücadele alanı olarak kentsel kamusal alanı yaratıyorlar. Yoksul sınıfların ortadan kaldırılması yolundaki demokratik kapitalist projeyi dinamitliyorlar. Çıplak hayatları ve canlı bedenlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Bu yüzden her nefeste isyanı soluyorlar. ”

Ezgi BAKÇAY

a turkish article about gentrification,istanbul 2010 the european capital of culture, and the people of the ayazma district who are resisting against this gentrification for their rights.

soylulaştırma, çök !!!

Posted in aktivizm (activism), Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Bienale - 2010 Avrupa Kültür Başkentliğine Karşı ( Against Bienal and 2010 European Capital of Culture, destek ( support ), duyuru / announcement, Eylem (Protest), haberler ( news ), insan hakları (human rights), soylulaştırma "kentsel dönüşüm" / gentrification, şehir ve direniş ( city and resistance ) on Mayıs 27, 2010 by anticopyrighttr

emek sineması’nın yıkılmasına karşı zartladık. beyoğlu belediyesi’nin melek sineması anısına çaktığı plaketin üzerine, “emek sineması hâlâ burada, yıktırmıyoruz” yazdık. yeşilçam sokağını tenha bırakmamak için, perdeyle kapatıp filmler gösterdik. imzalar toplandı, yürüyüşler yapıldı, sloganlar atıldı. hayır’ımızı yükseltmeye çalışırken, olan bitenin emek sineması’yla sınırlı olmadığını, istanbul’un her köşesine farklı hukuksal, ekonomik mekânizmalarla yayılan kentsel dönüşümden beyoğlu’nun da payını aldığını biliyorduk. ya da emek sineması’nın ticari gösterim düzenine terk edildiğinde yaşayamayacağını, yaşayamadığını da biliyorduk. ama kent hayatımız gibi kültürel ve sanatsal hayatımızın da kâr ederek sürekli büyümenin gereklerine teslim etmek istemiyoruz. ama hayır demek yetmiyor… kamuoyu yaratmak tek başına değişimi getirmiyor. gündem hızlı değişiyor, yazı da unutuluyor, hatta tabelamız söz konusu olduğunda yerinden sökülüyor. ama kapitalist süreçler devam ediyor.

kamusal yararın kapitalizmin etkili bir şekilde işlemesinin sonucu olarak kabul edildiği günümüzde, kapitalizmin şiddeti ve yıkıcılığı karşısında yer alacak kurumsal, örgütsel, sosyal yapılar ve ağlar böylesine yıpranmışken, günümüzün muhalif hareketleri, hayır demenin ötesine geçmek zorunda. kapitalizmin yıkılıcak bir duvar değil, içinden çıkılacak bir kapan değil, alternatifleri içinden çıkarmak zorunda olduğumuz insanlığın başına musallat ettiği bir bela olarak görmeyi öneriyoruz. ve kentsel dönüşüme, mutenalaştırmaya, soylulaştırmaya, kamusal hayatımızı tek tipleştiren mekânsal dönüşümlere karşı, kaybettiğimiz mahalleler, sinemalar, çaycılar, evler için biz çöküyoruz. yeni bir kentsel alışkanlık öneriyoruz. herkesi bir tabure edinmeye çağırıyoruz.

durduramadığımız yıkıcı güçler karşısında biz duruyoruz. istediğimiz yerde, istediğimiz zamanda, istediğimiz insanlarla. istediğimiz yere, sevdiğimiz yere, kaybetmek istemediğimiz yere, kaybettiğimiz yerlerin anısına taburemizi çekip oturuyoruz. mutenalaştırmadan, soylulaştırmadan çöküyoruz. yeşilçam sokağı’nda, istiklal caddesi’nde, tarlabaşı’nda, galata’da, rumelihisarı’nda, balat’ta, beşiktaş’ta… özel mülkiyet rejiminin verdiği hakların insafına teslim edilmiş hayatları değiştirmeye başlamak için çok basit bir şey öneriyoruz. birbirimizle istediğimiz şekillerde bir araya gelebilecek gücümüzün hâlâ olduğunu göstermek için, sadece “sanat” üretmek ya da kâr etmek için hayal etmek zorunda olmadığımızı göstermek için insanların taburelerini çekip oturduğu sipariş vermek zorunda olmadığı sokaklar, meydanlar hayal ediyoruz.

bizden çalınan kent hayatımız karşısında çöküyoruz. kentin dört bir köşesinde çökme alanları ilan eden neo-liberal aklın karşısında biz kendimiz çöküyoruz. istediğimiz yere, istediğimiz zaman, menüde ne var cepte ne var karşılaştırması yapmadan, güvenlikten geçmeden, belediyenin park yapmasını, bank koymasını beklemeden… herkesi taburesini almaya, cep telefonu taşır gibi, sırt çantası, el çantası taşır gibi yanında alternatif kent mobilyasını taşımaya, en sevdiği yere çökmeye, sevdiklerini yanına çağırmaya, tanımadıklarıyle yanyana çökmeye, benliğimizi, hayallerimizi, geçmişimizi, geleceğimizi altüst eden hızlı dönüşümler karşısında durmaya, yavaşlamaya, çökmeye, muhabbet etmeye çağırıyoruz. SOYLULAŞTIRMA, ÇÖK!!!

30 mayıs pazar

13.00

yeni rüya sineması önü- istiklal caddesi

an anti gentrification action call…

11. istanbul bienali “sanatçı”larına çağrı / an open call for the 11th. istanbul bienal “artist”s

Posted in Anti Kapitalizm (Anti Capitalism), Bienale - 2010 Avrupa Kültür Başkentliğine Karşı ( Against Bienal and 2010 European Capital of Culture, destek ( support ), haberler ( news ) on Eylül 2, 2009 by anticopyrighttr

anti-bienal

Direnal-İstanbul Direniş Günleri Kavramsal Çerçevesi: İNSAN NE-SİZ YAŞAYAMAZ?

11. Uluslararası İstanbul Bienali kuratörleri, sanatçıları, katılımcılarına ve tüm sanatçılara ve sanat sevicilere açık mektup :

“Son birkaç yıldır müzelerde, dergilerde ve piyasada popülerleşen politik sanatın dünyayı gerçekten değiştirmekle hiçbir ilgisi olmadığını artık anlamamız gerekiyor. Sanat çerçevesinde risk almanın, biçimin sınırlarını zorlamanın, kültürün kurallarına itaatsizlik etmenin, politika hakkında sanat yapmanın hiçbir şeyi değiştirmediğini görmemiz gerekiyor. Artık, sanat sermaye ve güç ilişkilerinden bağımsız, otonom ve özgür bir alanmış gibi davranamayız.

Sanatçılar için görünmez olmanın vakti geldi. Hayatın içine karışıp, yokolmanın…” (1)

11. Uluslararası İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesini büyük bir ilgiyle ve yüzümüzde bir tebessümle okuduk. İstanbul Bienali’nin politik meselelerle en ilgili sanat oluşumlarından biri olmayı amaçladığını da uzun zamandır biliyoruz.

Tesadüfe bakın! Bienal, bu sene, yoldaşımız Brecht’ten alıntılar yapıyor, neoliberal hegemonyadan ve küresel kapitalizmi durdurmaktan bahsediyor. Her ne kadar benzer sorunsalları paylaşıyor olsak da, sanatın hiçbir zaman hayattan ayrı bir kategori olarak varolamayacağını düşünüyoruz. Bu yüzden, size, Koç Holding gibi kendilerini küresel sanatın sıcak sularında temize çıkarmaya çalışan silah satıcıları ile işbirliği yapmamanız için yazıyoruz, sizi hayata, direnişin hayatına katılmaya çağırmak için yazıyoruz.

Küratörler Brecht’in “İnsan Neyle Yaşar?” sorusunun neoliberal hegemonya altında yaşayan bizler için aciliyetini hala koruyup korumadığını soruyorlar. Biz de “İnsan Ne-siz Yaşayamaz?” diye ekliyoruz.Ücretsiz sağlık ve eğitim hakkımızın olmadığı, şehir, meydan ve sokaklarımızın şirketler tarafından ele geçirildiği, toprak, tohum ve suyumuzun çalındığı, istikrarsız ve güvencesiz bir hayata sürüklendiğimiz, sınırları geçerken öldürüldüğümüz veya krizlerle dolu belirsiz bir gelecekte yalnız bırakıldığımız bugün nelersiz yaşayamayacağımızı açıklıkla görüyoruz. Fakat Mücadele ediyoruz. Vicdanların uysal eleştirilerle rahatlatıldığı steril ve kurumsal alanlarda değil, kamusal alanda, sokakta savaşıyoruz. Bizi mahallelerimizden, Sulukule’deki, Gülensu’daki, Ayazma’daki evlerimizden atmaya çalıştıklarında, Bergama ve Kaz Dağları’nda altın arama çalışmalarıyla toprağı siyanüre bulamak isteyenlere, Giresun’da fındık ve Çukurova’da pamuk üreticisini mağdur edenlere, kot taşlama işçilerini sağlıksız koşullarda atölyelerde günde 12 saat çalıştırarak hayatlarını silikozis hastalığıyla söndürenlere, Tuzla tersanesinde çalışan işçilere güvenli çalışma koşulları sağlamayarak tersaneyi bir ölüm kampına dönüştürenlere, Sinop ve Akkuyu’da nükleer santral kurmak isteyerek bölge halkının hayatını tehlikeye atanlara, Desa’da, Yörsan’da sendikaya kaydoldukları için işçilerini işten atılmasına neden olanlara karşı da savaştık. Mücadelemiz ve umudumuz bizi ayakta tutuyor.

Küratörler aynı zamanda Bienal’in en önemli sorularından birinin “hazzın nasıl özgür bırakılacağı ve hazza devrimci rolünün nasıl iade edileceği” olduğunu belirtiyorlar. Biz hazzı sokakta, sokaklarımızda özgür bırakıyoruz. Prag’da, Hong Kong’da, Atina’da, Seattle’da, Heiliegendamm’da, Cenova’da, Chiapas ve Oaxaca’da, Washington’da, Gazze’de ve İstanbul’da …Neşenin ve hazzın devrimci rolü tam da buralarda kendini gösteriyor ve biz bu hazzı her yerde besliyoruz; çünkü biliyoruz ki hayatta kalmamız gerekiyor ve dünyayı ve kendimizi, sözlerimizle, eylemlerimizle ve kahkahamızla değiştiriyoruz. Ve zaten hayatın kendisi bu hazzın en temel kaynağı.

IMF ve Dünya Bankası’nı temsil etmeye gelen 13.000 delegeyi, daha önce başka yerlerde yaptığımız gibi, şimdi de İstanbul’da karşılamaya hazırlanıyoruz. Misafirperver olmayacağımızı ilan ediyoruz. 1-8 Ekim arasında “direniş karnavalı”nda sokaklarda olacağız ve bu buluşmayı engelleyeceğiz.

Sizi direniş ve hayal gücünün isyanına çağırıyoruz! Kurumsal mekanları terk edin ve işlerinizi özgür bırakın! Direniş günleri için sokağa çıkabilecek işler ve görseller (afiş, sticker, stencil, vs.) hazırlayalım. Üretimi dört duvar arasında değil, sokaklarda, meydanlarda, direniş haftasında, hep beraber gerçekleştirelim! Yaratıcılık, sponsorlara değil hepimize aittir.

Yaşasın küresel isyan!

Direnistanbul Kültür Komiserliği

http://resistanbul.wordpress.com/

http://direnistanbul.wordpress.com/

Direnistanbul-IMF ve Dünya Bankası’na karşı Direniş Günleri Koordinasyonu Eylül ayını Direniş Günleri etkinlik ve eylemlilikleri hazırlığı ve mobilizasyonuna ayırmıştır. Görsel atölyesinin tarihi siteden takip edilebilir. Katılım, önerileri ve daha fazla devrimci bilgi için: direnal@gmail.com

[1] John Jordan, “Deserting the Culture Bunker”, Journal of Aesthetics and Protest, no 3 http://www.journalofaestheticsandprotest.org/new3/jordan.html

Conceptual Framework of Direnal-Istanbul Resistance Days: What Keeps Us Not-Alive?

An open letter to the curators, artists, participants of the 11th International Istanbul Biennial and to all artists and art-lovers:

“We have to stop pretending that the popularity of politically engaged art within the museums,  and markets over the last few years has anything to do with really changing the world. We have to stop pretending that taking risks in the space of art, pushing boundaries of form, and disobeying the conventions of culture, making art about politics makes any difference. We have to stop pretending that art is a free space, autonomous from webs of capital and power.

It’s time for the artist to become invisible. To dissolve back into life.1 “

We have read the conceptual framework of the 11th International Istanbul Biennial with great interest and a grin on our faces. We have long understood that the Istanbul Biennial aims at being one of the most politically engaged transnational art events.  And what a coincidence! This year the Biennial is quoting comrade Brecht, dropping notions such as neolibreal hegemony, and riding high against global capitalism. We kindly appreciate the stance but we recognize that art should have never existed as a separate category from life. Therefore we are writing you to stop collaborating with arm dealers such as the Koç Holding which white wash themselves in warm waters of the global art scene and invite you to the life, the life of resistance.

The curators wonder whether Brecht’s question ‘What Keeps Mankind Alive’ is equally urgent today for us living under the neoliberal hegemony.  We add the question: ‘What Keeps Mankind Not-Alive?’. We acknowledge the urgency in these times when we do not get free healthcare and education, our right to our cities our squares and streets are taken by corporations, our land, our seeds and water are stolen, we are driven into precarity and a life without security, when we are killed crossing their borders and left alone to live an uncertain future with their potential crises. But we fight. And we resist in the streets not in corporate spaces reserved for tolerated institutional critique so as to help them clear their conscience. We fought when they wanted to kick us out of our neighborhoods, from our houses in Sulukule, Gülensu and Ayazma, we also fought against those who would smear the land with cyanide to search for gold in Bergama and the Kaz Mountains, those who aggrieved hazelnut producers in Giresun and cotton producers in Cukurova, those who blackened the lives of jeans sandblasting workers with the silicosis disease, making them work for 12 hours a day in unhealthy conditions in workshops, those who turned the docks into a death camp at Tuzla by not providing the workers safe working conditions, those who endanger the lives of the people in the region in Sinop and Akkuyu by wishing to construct nuclear power plants, and those who caused workers in Desa and Yorsan to be fired for registering with trade unions. And our fight and hope keep us alive.

The curators also point out that the one of the crucial questions of this Biennial is “how to ‘set pleasure free,’ how to regain revolutionary role of enjoyment”. We set pleasure free in the streets, in our streets. We were in Prague, Hong Kong, Athens, Seattle, Heilegendamm, Genoa, Chiapas and Oaxaca, Washington, Gaza and Istanbul…. Revolutionary role of enjoyment is out there and we cherish it everywhere because we need to survive and we know that we are changing the world with our words, with our acts, with our laughter. And our life itself is the source of all sorts of pleasure.

And we are in İstanbul and preparing ourselves to welcome 13.000 delegates of the IMF and the World Bank as we do wherever they go. We declared that we are not hospitable. We will take it to the streets in the carnival of resistance (1-8 October) and shut their meetings down down.

Join the resistance and the insurgence of imagination! Evacuate corporate spaces, liberate your works. Let’s prepare works and visuals (poster, sticker, stencil etc.) for the streets of the resistance days.  Let’s produce together, not within the white cube, but in the streets and squares during the resistance week! Creativity belongs to each and every of us and can’t be sponsored.

Long live global insurrection!

Resistanbul Commissariat of Culture

http://resistanbul.wordpress.com/

http://direnistanbul.wordpress.com/

Resistanbul-Resistance Days Coordination Against IMF and World Bank will work in September for the preparation and mobilization of Resistance Days activities and actions.  The exact date of the Visuals Workshop can be followed from the website. For your participation, suggestions, and more revolutionary information: direnal@gmail.com

11.b

Posted in Bienale - 2010 Avrupa Kültür Başkentliğine Karşı ( Against Bienal and 2010 European Capital of Culture on Ağustos 30, 2009 by anticopyrighttr

bienal

ancr-tr haber ajansı anarres’ den bildiriyor:

şok, şok, şok!!! bir süreden beri sanatoman çevreler tarafından medici ailesi sanılan toplum tarafındansa kan emici keneler olarak algılanan yapıların aslında otonomik anlamda çalışan örgütlülükler olduğu ve  “bienal” adlı bir kollektif eylemlilikle halkı şehir gerillalığına teşvik etmeyi amaçladıkları, bunun için 11-b adını verdikleri geçici örgütlülüklerinin “sanat ” süsü verilmiş propaganda malzemeleri ile insanların beynini yıkamayı amaçladıkları; aslında sanıldığı gibi şirketlerinin  daha az vergi ödemesini amaçlamalarından veya medicilikliklerinden değil, son derece devrimci amaçlarla bu eylemlilikler içine girdikleri öğrenildi.

brecht’in “banka kurmanın yanında banka soymak nedir ki?”  sorusunu “sanat” kisvesi altında toplumun bir kısmın diğer kısım üzerine teyakkuza sevkedebilecek, suça teşvik eden bir hava içersinde veren yapılara karşı devletin kolluk güçlerinin operasyonlara hazırlandığı öğrenildi.

yapılan açıklamalarda vatandaşların provakasyonlara kapılmamaları istendi.

2 / 5 BZ – " NO Cultural Pipeline Dialogue "

Posted in Bienale - 2010 Avrupa Kültür Başkentliğine Karşı ( Against Bienal and 2010 European Capital of Culture on Mart 17, 2009 by anticopyrighttr

in a critical and humorous way, investigating their effects on people’s economic or political situation and individual states of mind. His video works and projects employ collage and cut-up techniques, found film material, outdoor shots and samples. In the video work „No Cultural pipeline Dialogue“, 2/5 BZ marks up gentrification and gentrifisual struggle that is triggered in the course of the globalization by audiovisual input and says NO to a dialogue fetishism. 4 min. video / 2008

van minuts ottoman cumhuriyeti başkenti ( in turkish ):

http://img26.imageshack.us/img26/3851/vanminuts2010.jpg

videoyu indir / download video:

http://www.zshare.net/download/57196578d413be9f/

2 / 5 bz hakkında // more about 2 / 5 bz :

http://www.myspace.com/2serhat5bz