adını richard brautigan’ın şiirinden alan ve üç ayrı bölümden oluşan belgesel insanların yarattıkları teknolojinin kölesi haline gelişlerini süreçler halinde inceliyor.
a series of docs about how humans have been colonized by the machines they have built. although we don’t realize it, the way we see everything in the world today is through the eyes of the computers. it claims that computers have failed to liberate us and instead have distorted and simplified our view of the world around us.
kitle haberleşme araçlarının yayınladıkları haberlerle amerika ve iran arasındaki soğukluk üzerinden kamuoyu oluşturma projesindeki yerleri ve daha önceden yakın tarihte bunun ırak’ın işgali ile biten süreçle arasındaki benzerlikler üzerine bir belgesel.
örneklemde geçen ülkeler bir yerde önemi kaybediyor.yaşadığımız coğrafyadaki benzeşiklikleri üzerinden şunu net bir şekilde görüyoruz ki tüm devletler katildir ve öldürür.ana akım medyadaki yakaları içlerinin pisliğine tezat beyaz olan hükümet kuklalarının elindeki tüm medya organları ise iktidarın ağzıdır.
a response to the failure of the american mass media to provide the public with relevant and accurate information about the standoff between the us and iran, as happened before with the lead up to the invasion of iraq.
“insan en büyük amaçlarının peşinden giderken bile
bir sefile dönüşebilir.”
sartwell
cyrano, burjuvaları eleştiren, budalaları affetmeyen, zehirli iğneleriyle herkesi sokmaktan yorulmayan bir şair ve silahşördür.
kılıcının karşısına kimse çıkamaz, ama ölmesi için dua edilir. acımasız eleştirileriyle cyrano, yoksulluğa, yalnızlığa itilir, bir tavan arasında sefil bir hayata gömülür. söylediği sözlerin onuru için kimseden yardım aklının ucuna bile gelmez. açlıktan ölür, nükteli, iğneli sözlerinden vazgeçmez.
“ne yapmak gerek peki?
sağlam bir arka mı bulmalıyım?
onu mu bellemeliyim?
bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
önünde eğilerek efendimiz sanmak mı?
bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
istemem!
herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım le bret?
sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
taklalar mı atmalıyım?
istemem! eksik olsun!
her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
istemem! eksik olsun böyle bir şöhret!
eksik olsun!
ciğeri beş para etmezlere mi ‘yetenekli’ demeli?
eleştiriden mi çekinmeli?
‘adım mercuré dergisinde geçse’ diye mi sayıklamalı?
istemem!
istemem! eksik olsun!
korkmak, tükenmek, bitmek…
şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek?
istemem! eksik olsun!
istemem! eksik olsun!
ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek…
tek başına…
özgür olmak…
dünyaya kendi gözlerinle bakmak…
sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak…
bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak…
ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
isteyince ay’a bile gidebilmek.
başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.
demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın.
varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?”
“and what would you have me do?
look for a patron or else someone in power
to crawl up, as ivy a trunk or a tower,
and licks the bark of its guardian who sets it on course,
and climbs up by trickery instead of by force?
non, merci. dedicate my verses as all others do
to bankers? become a buffoon
in hopes to see on the lips of a minister
the curve of a smile that is all but sinister?
non, merci. dine each day upon a toad?
have my stomach worn out from slithering down the road?
and from kneeling, soon dirty the skin on my knees?
bend over backwards for naught but to please?
non, merci. be caressing the neck of the goat with one hand,
meanwhile with the other be watering the land,
and when asked for milk, dish out the cream,
always be perfuming someone, it seems?
non, merci! from lap to lap be grown and spawned,
be a small fish trapped in a big pond,
and propel myself with madrigals for sails,
blown slowly on by old ladies’ wails?
non, merci! at the editing house of sercy
be paid to edit his verses? non, merci!
become christened a pope amongst the councils
that, in the cabarets, become house to imbeciles?
non, merci! work hard to insert a name
into a sonnet, not for joy, but for fame?
non, merci! have to search for talent where there’s none to be found?
be terrorised by every newspaper around,
and incessantly say “oh how I wish
to be in the papers by monsieur francis”?
non, merci! calculate, know fear, be pale, or worse,
prefer making visits over written verse,
draw up petitions for every last thing?
non, merci! non, merci! non, merci! but… to sing,
to dream, to laugh, to move on, to be free, on my own
to have a keen eye and a voice of strong tone,
wear my hat awry as I prefer,
for no reason at all engage in combat or pen a verse!
to work without worry of glory or fortune
such a voyage of which we dream to the moon!
pen not a line that from myself departs
and comes from anywhere except straight from my heart,
be satisfied with flowers, leaves, fruits of the land
if they’re in your own garden and grew by your hand!
and, if at all, you should triumph by chance,
don’t give unto cesar, take up your stance
stand up for yourself, you merit, ‘ti’s thee
in short, the parasitic ivy I disdain to be
so even without the tree or the stone
i won’t get very high, perhaps, but alone!”
“et que faudrait-il faire?
chercher un protecteur puissant, prendre un patron,
et comme un lierre obscur qui circonvient un tronc
et s’en fait un tuteur en lui léchant l’écorce,
grimper par ruse au lieu de s’élever par force?
non, merci. dédier, comme tous ils le font,
des vers au financiers? se changer en bouffon
dans l’espoir vil de voir, aux lèvres d’un ministre,
naître un sourire, enfin, qui ne sois pas sinistre?
non, merci. déjeuner chaque jour, d’un crapaud?
avoir un ventre usé par la marche? une peau
qui plus vite, à l’endroit des genoux, devient sale?
exécuter des tours de souplesse dorsale?…
non, merci. d’une main flatter la chèvre au coup
cependant que, de l’autre, on arrose le chou,
et donneur de séne par désir de rhubarbe,
avoir un encensoir, toujours, dans quelque barbe?
non, merci! se pousser de giron en giron,
devinir un petit grand homme dans un rond,
et naviguer, avec des madrigaux pour rames,
et dans ses voiles des soupires de vieilles dames?
non, merci! chez le bon éditeur de sercy
faire éditer ses vers en payant? non, merci!
s’aller faire nommer pape par les conciles
que dans les cabarets tiennent des imbéciles?
non, merci! travailler à se construire un nom
sur un sonnet, au lieu e’en faire des autres? non,
merci! ne découvrir du talent qu’aux mazettes?
etre terrorisé par de vagues gazettes,
et se dire sans cesse: “oh, pourvu que je sois
dans les petits papiers du monsieur françois?” …
non, merci! calculer, avoir peur, être blême,
préférer faire une visite qu’un poème,
rédiger des placets, se faire présenter?
non, merci! non, merci! non, merci! mais… chanter,
rêver, rire, passer, être seul, être libre,
avoir l’oeil qui regarde bien, la voix qui vibre,
mettre, quand il vous plaît, son feutre de travers,
pour un oui, pour un non, se battre, oh faire un vers!
travailler sans souci de gloire oh de fortune,
a tel voyage, auquel on pense, dans la lune!
n’écrire jamais rien qui de soi ne sortît,
et modeste, d’ailleurs, se dire: mon petit,
sois satisfait des fleurs, des fruits, même des feuilles,
si c’est dans ton jardin à toi que tu les ceuilles!
puis, s’il advient d’un peu triompher par hasard,
ne pas être obligé d’en rien rendre à cesar,
vis-à-vis de soi-même en garder le mérite,
bref, dédaignant d’être le lierre parasite,
lors même qu’on n’est pas le chêne ou le tilleul,
ne pas monter bien haut, peut-être, mais tout seul!”
roll up your sleeves, türkçeye “kendin yap” / “kendin üret” şeklinde tercüme edebileceğimiz d.i.y (do it yourself) kültürü üzerine hazırlanmış bir belgesel.
a documentary on d.i.y (do it yourself) counter culture…
kırk seneden beri geri dönüşümlü materyaller kullanarak, merkezi şebeke sistemlerinden bağımsız, %100 sürdürülebilir evler inşa eden amerikalı mimar michael reynolds’ın ilham verici mücadelesini konu alan belgeseli garbage warrior’ı izledikten sonra, bazı şeylerin tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini düşünebilirsiniz. michael reynolds’ın ortaya çıkarmış olduğu %100 sürdürülebilir yaşamı olanaklı kılan bu becerikli evlerin adı earthship’dir.
earthship’ler yağmur ve kar suyunu toplayarak 4 defa kullanmakta ve kişi başı günlük ortalama su kullanım miktarını 300 lt’den 75 lt’ye düşürmekte, bu sayede su şebeke hattına olan bağlanma ihtiyacını ortadan kaldırmaktadır. earthship’ler güneşin ve rüzgârın enerjisini kullanarak sürdürülebilir yöntemlerle elektrik üretip akülerde depolamakta, böylece elektrik şebeke hattına olan bağlanma ihtiyacını da ortadan kaldırmaktadır.
earthshipler küvet ve lavabodan gelen gelen gri suyu evin içerisinde bitkilerin yetiştiği botanik hücrelerde arındırmakta, bitkiler tarafından arındırılan suyu ise sifon suyu olarak tekrar kullanmaktadır. sifonun çekilmesinden sonra ortaya çıkan suyun ise dışarıda toprağa gömülü bir septik tankta çözünmesi sağlanmakta ve sıvı gübre olarak dış mekan botanik hücrelerinde tekrar kullanılması gerçekleşmektedir. böylece kanalizasyon hattına bağlanma ihtiyacı ortadan kalkmaktadır.
bu arındırma işlemi sırasında bitkiler doğal olarak çok sağlıklı bir şekilde beslenmekte ve iç mekan botanik hücrelerinde yıl boyu %100 doğal gıda üretimi sağlanabilmektedir. aynı zamanda bu bitkiler sağlık ve estetik açısından faydalı bir ortam oluşturmakta ve iç mekanın havasını temizleyerek ev sahipleri için bol oksijenli bir yaşama ortamı sağlamaktadır.
bütün bu olumlu özelliklerine rağmen earthship’lerin inşaları engellenmeye çalışılmış ancak michael reynolds ve ekibinin verdiği mücadele sayesinde earthship’lerin ortaya çıkışı durdurulamamıştır. şimdi sıra dünya çapında insanlara, hayatlarını kendi avuçlarının içine alabilme ve iklim değişikliği ile savaşabilme yeteneği verecek bu evleri ulaştırmaktadır. gerek iklim değişikliği gerekse doğal kaynaklarımızın tükenmesi gibi sebeplerle sahiplerinin bütün temel ihtiyaçlarını karşılayan evleri geri dönüşümlü materyallerle inşa etmeye başlayacağımız 21. yüzyılın başlarında earthship’ler model alınma özelliklerini hala koruyorlar.
belgesel michael’in mücadelesini ve yaşanabilir alanlar yaratmak için earthship modelini anlatıyor.
garbage warrior is a documentary about architect mike reynolds, inventor of the earthship style of building. it follows reynolds’ and how he developed the earthship style of building and his struggle with the legislature of taos, new mexico, the location of his experimental earthship community, in order to be allowed to build homes that do not match the structures of local building codes.
türkçe altyazılı/ english (turkish hardcoded subtitled)!!!
hayvanların kullanıldığı sirkler, hiçbir zaman mutluluğun, eğlencenin sergilendiği yerler olmadı, olamayacak da. çünkü, sirklerdeki hayvanlar, vahşi doğadan koparılarak hapsediliyor, insanların eğlendirilmesi için akılalmaz işkencelerle, dayakla, açlıkla terbiye edilerek zorla sahneye çıkarılıyor. her anı zulümle dolu olan, zorlu bir eğitim sürecinin ardından ölene kadar ya da işe yaramayacak hale gelene kadar köleliğe mahkum edilen bu hayvanlar, parlak, albenili, ışıltılı gözüken insan kıyafetleriyle ve süslerle donatılıp eğlence sektörüne kazandırılıyor (!). sirk sahiplerinin izni dışında hiçbir gereksinimleri karşılanmayan bu tutsak hayvanlar, doğal yaşam ortamlarına kıyasla binlerce kat dar alanlarda, asla istedikleri gibi hareket edemeyecekleri kafeslerde tutuluyor. doğalarına hiçbir şekilde uymayan bir ortamda, çok kısıtlı temel gereksinimleri sağlanarak sadece yaşamalarına izin veriliyor. bu mahrumiyet nedeniyle de hapsedildikleri dar kafeslerde, kendi etraflarında, sürekli dairesel dönme hareketleri, kafa sallama gibi anormal davranışlar sergiliyorlar. istenildiği gibi eğitilmeleri için aç bırakılıyorlar; bir parça fıstık ya da meyve sayesinde, öğrendikleri hareketleri, seyirci önünde zorluk çıkarmadan, daha kolay yapmaları için. verilen komutu uygulamamak için direnen ya da hareketleri yapmayı reddeden hayvanlar ise ekstradan dayak ve işkenceyle, açlıkla ve susuzlukla cezalandırılıyor ki yabanıl dirençleri kırılsın diye…
eğitimlerde çivili sopa, kırbaç, elektroşok çubuğu, kanca gibi işkence aletleri kullanılarak hayvanlara “vahşi” oldukları unutturulmaya çalışılıyor, bu iğrenç sürece ve süresiz tutsaklığa adapte olmaları için son derece acımasız muamelelere maruz bırakılıyorlar. bir zamanların tıpkı köle insanları gibi “mal” statüsünde olan ve üstlerinden para kazanılan bu tutsak hayvanlar, şiddet dolu eğitimleri esnasında bile tıbbî yardımdan yoksun bırakılıyor; çünkü sirklerde kâr daha önemli. eğitimde, gösteride ve hatta uyurken bile uğradıkları şiddetin, vücutlarında açtığı yaralar basit müdahalelerle geçiştirilerek bir sonraki gösteriye hazırlanıyorlar. sirkler, şehirden şehre, ülkeden ülkeye gezdikleri için bu hayvanların, suya, yiyeceğe, doğal ihtiyaçlara erişimleri de bir hayli kısıtlı durumda. yılın büyük bir kısmını nakledilerek geçirdiklerinden kötü hava koşullarından da oldukça etkileniyorlar, ama bu, dayaksız, işkencesiz bir zaman dilimi olduğu için onlara göre bulunmaz bir fırsat belki de. sürekli dayağa, işkenceye ve açlığa maruz bırakıldıkları ve kafes içerisinde sürekli hapsedildikleri ya da çok kısa zincirlerle bağlandıkları için daima stres ve acı içerisinde yaşamaya mahkûmdur sirk hayvanları.
sirkler, hayvanlara yapılan zulüm, zorlama ve tutsaklık nedeniyle birer işkence merkezidir. bu ticarethaneler, aslında eğlenceyi değil, zulmü ve işkenceyi pazarlar. zorlamayla, işkenceyle, şiddetle eğitilen hayvanlar, zorunlu çalışma sisteminde, cinnetin eşiğinde olan toplumun kargaşasında ufalanan, yaşamayı, gülmeyi unutmuş insanları eğlendirmek için adeta “tüketilecek” mal muamelesi görür. tutsaklıklarından ölümlerine kadar acı, işkence ve ağır stresle yaşamaya mahkûm edilen bu hayvanların insanları eğlendirmek için tüm bunlara maruz bırakılması hiçbir şekilde kabul edilemez. bu yüzden “eğlenceli” diye reklamları yapılan sirklere halen gitmek isteyip istemediğinizi sorgulamanız gerekiyor.
sirklerdeki tutsak hayvanlar,
-bir zamanlar doğada özgürce ve insandan uzak, insan boyunduruğu olmadan yaşamlarını sürdüren canlılardı.
-acıyı, eziyeti, sömürüyü insanlarla eşit düzeyde hisseder, psikolojik baskıyı ise katbekat fazla hisseder.
-insanları eğlendirme gibi bir ihtiyaçları olmadığı gibi insan tarafından kendilerine böyle bir vazife de yüklenemez. sirklerdeki tutsaklık, işkence, dayak, açlık vb. durumlar kendi iradelerinin dışında ve bir çıkar uğruna onlara uygulanmaktadır.
-gösterilerde sergiledikleri metazori hareketleri isteyerek öğrenmez.
sirk endüstrisine dair gerçekler üzerine bir broşür..
the very word “circus” brings to mind vivid images of amazing acrobats, comedic clowns … and exotic animals. but unlike the human entertainers, animals do not choose the circus life; they are kept in captivity and forced to take part in the show. circuses that use animals are aggressively promoted by the circus industry as safe, fun, wholesome family entertainment. this couldn’t be farther from the truth. after the circus industry’s glitter and glamour has settled, the animals remain involuntary participants in a degrading spectacle, performing not because they want to, but because they are forced to.
though more people are beginning to realize the truth about the big top, many continue to attend animal-circuses. elephants, tigers, lions, other big cats, bears, primates, exotic reptiles, and other animals are still subjected to cramped, unnatural living conditions; travel for most of the year; cruel training methods that use violence, fear, and intimidation; and exhibition in front of loud crowds under bright lights.
“Son otuz yılın ‘krizler’le geçmesine, işsiz kitlelere ve iyiden iyiye yavaşlayan büyümeye rağmen hâlâ ekonomiye inanmamızı bekliyorlar. Ekonominin krizde olmadığını, ekonominin kendisinin bir kriz olduğunu artık görmemiz gerek…”
Dünyanın üzerinde bir hayalet dolaşıyor: Paris ve Londra banliyöleri, Atina sokakları, Puerta del Sol ve Tahrir meydanları, “ekonominin kalbi” Wall Street… Yaklaşan İsyan, hepsini birleştiren ruhun manifestosu. “Demokratik” Fransa’da bir terör davasının “kanıtı” olarak sunulan bu kitap, çürüyen “medeniyetimizi”, yaşadığımız yabancılaşmayı ve devrim ihtiyacını yedi halkada ele alıyor: Benlik, sosyal ilişkiler, iş ve çalışma, ekonomi, kent, çevre ve medeniyet.
Yaklaşan İsyan, ekonomistlerin, politikacıların, sosyologların, psikologların, ‘önderlerin’, ‘akil adamların’, ‘kamuoyunun’ ve hatta alternatif olma iddiasındaki ‘sol geleneklerin’ ne olup bittiğine dair geveleyip durdukları ezberleri bozarken, hepsinden daha parlak tespitleriyle çağımızın hakiki bir resmini sunuyor. Bilindik şeyleri duymaktan sıkılanlar Görünmez Komite’ye kulak vermeli…
11 Kasım 2008 gecesi Fransız polisi Tarnac köyünde kurulmuş bir komüne helikopterler ve köpekler eşliğinde bir baskın düzenleyerek komünde bulunanları yataklarından sürükleyerek gözaltına aldı. İçlerinden dokuzu “terör amaçlı suç örgütü kurdukları” iddiasıyla tutuklandı. Daha sonra Tarnac Dokuzlusu olarak isimlendirilen grup, 7 Kasım gecesi hızlı tren rayları sisteminin işletim merkezine düzenlenen ve nükleer enerji çöpü transferi de yapılan bu rayları kullanılmaz hale getiren sabotaj eylemini gerçekleştirmekle suçlanıyordu. Haklarında delil olmayan sekiz kişi kısa aralıklarla salınırken, ‘Yaklaşan İsyan’ı yazmakla da suçlanan Julien Coupat, Mayıs 2009’a kadar tutuklu kaldı. İsim vermeyen ve kendilerini Görünmez Komite olarak adlandıran yazarların kaleme aldığı broşürün yayıncısı Eric Hazan da daha sonra “terörist faaliyetler” nedeniyle gözaltına alındı ve sorgulandı.
Thirty years of “crisis,” mass unemployment, and flagging growth, and they still want us to believe in the economy. . . . We have to see that the economy is itself the crisis. It’s not that there’s not enough work, it’s that there is too much of it.
—from The Coming Insurrection
The Coming Insurrection is an eloquent call to arms arising from the recent waves of social contestation in France and Europe. Written by the anonymous Invisible Committee in the vein of Guy Debord—and with comparable elegance—it has been proclaimed a manual for terrorism by the French government (who recently arrested its alleged authors). One of its members more adequately described the group as “the name given to a collective voice bent on denouncing contemporary cynicism and reality.” The Coming Insurrection is a strategic prescription for an emergent war-machine to “spread anarchy and live communism.”
Written in the wake of the riots that erupted throughout the Paris suburbs in the fall of 2005 and presaging more recent riots and general strikes in France and Greece, The Coming Insurrection articulates a rejection of the official Left and its reformist agenda, aligning itself instead with the younger, wilder forms of resistance that have emerged in Europe around recent struggles against immigration control and the “war on terror.”
Hot-wired to the movement of ’77 in Italy, its preferred historical reference point, The Coming Insurrection formulates an ethics that takes as its starting point theft, sabotage, the refusal to work, and the elaboration of collective, self-organized forms-of-life. It is a philosophical statement that addresses the growing number of those—in France, in the United States, and elsewhere—who refuse the idea that theory, politics, and life are separate realms.