iconoclast fanzin’in soylulaştırma (beyaz gazetelerde kentsel dönüşüm olarak geçer) temalı 34. sayısı..
in this issue iconoclast tackles the subject of gentrification..
ingilizce / english !!!
indir / download:
iconoclast fanzin’in soylulaştırma (beyaz gazetelerde kentsel dönüşüm olarak geçer) temalı 34. sayısı..
in this issue iconoclast tackles the subject of gentrification..
indir / download:
Duymayan kalmadı: Emek Sineması iki yıldır kapalı. Sinemanın da içerisinde bulunduğu ada yıkılıp yerine tıpkı sinemanın karşısındaki Demirören AVM gibi, dışı ‘tarihi eser’ çakması içi yaldır yaldır bir AVM yapılacak. Emek’ten geri kalanlar ise AVM’nin en üst katına defnedilecek.
Emek Sineması, kentsel yenileme safsatası adı altında, İstanbul’u alışveriş, kültür ve kongre merkezi ve bol yıldızlı otel ile donatarak, kamuya ait ne varsa özelleştirerek pazarlanabilir hale getirme projesinin ne ilk ne de son kurbanı. İstanbul’un AVM’ler, plazalar ve rezidanslarla değiştirilen siluetiyle sadece evlerimizi, okullarımızı, sokaklarımızı, sinemalarımızı değil bireysel ve kolektif hafızamızı da kaybediyoruz yavaş yavaş…
Fakat bizler, İstiklal Caddesi’nde heyula gibi yükselen Demirören AVM’nin devasa gölgesiyle bile yok edemeyeceği hafızamızda hâlâ Saray Sineması’nı taşıyoruz, unutmuyoruz! Emek Sineması’nda seyrettiğimiz ilk film kadar 1987’de yine burada gerçekleştirilen 1 Mayıs kutlamasını da hatırlıyoruz. Hatırladığımız için bugüne sahip çıkıyoruz.
Israr ediyoruz, “sadece Emek değil, bütün İstanbul bizim!” diyoruz.
Dört aydır bir avuç sözüm ona tarafsız bilirkişi tarafından yazılacak ve Emek Sineması’nın kaderini belirleyecek raporu bekliyoruz. Bizler artık ellerimizden alınan mahalleleri ve kamu alanlarını “kaderlerine” terk etmek yerine onları kamu yararı adına geri alma zamanının geldiğini düşünüyoruz.
Bilenler bilmeyenlere söylesin: haksız ve hukuksuz bir şekilde sermayeye devredilen Emek Sineması ve Cercle D’Orient binası Sosyal Güvenlik Kurumu’na, yani kamuya, yani bizlere aittir ve şüphesiz ki bu alan üzerindeki her türlü kullanım hakkı kamunundur ve kolektiftir. Nazarımızda meşru ve esas olan Beyoğlu Belediye Başkanı, Kültür ve Turizm Bakanı, Yenileme Kurulu Üyeleri ve Kamer İnşaaat gibi şirketlerin çıkarları değil, kamunun yararı ve kararıdır. Ticarileştirilen sanatsal ve kültürel üretime, özelleştirilen kamusal alanlara karşı kamusal müştereklere sahip çıkmanın gerekliliğine inanıyoruz. Bu nedenle, alenen ilan ediyoruz, iktidarın keyfi hukuksuzluğuna karşı Emek Sineması’nı geri alıyoruz!
Aksi takdirde, Emek Sineması, geçen seneki İstanbul Film Festivali kapanışında, bu sene de açılışında gördüğümüz üzere, iktidarın ve sermayenin yağmaladığı, ezip geçtiği bütün kültürel, toplumsal ve tarihi değerlerin başına geldiği gibi bir nostalji mekanı olmaktan öteye geçemeyecektir. Biz bu gelip geçici duygulanmalara, ah vah çekmelere inanmıyoruz. Emek Sineması, dile getirildiği gibi bir değerse ona henüz geç olmadan sahip çıkmak zorundayız.
Bu düşünce ve motivasyonla herkesi 30. İstanbul Film Festivali’nde ulusal yarışmaya katılması “uygun görülen” ilk belgesel olan ve İstanbul’un talan edilme sürecini anlatan Ekümenopolis filmini hep beraber Emek Sineması perdesinde izlemek için 17 Nisan Pazar günü saat 18:30’da Taksim Tramvay Durağı’nda buluşarak Yeşilçam Sokak’a beraber yürümeye ve Emek Sineması’nı kitlesel bir şekilde geri almaya davet ediyoruz.
Bu vesileyle bütün sinemacılara sesleniyoruz: Gelin siz de filminizi 17 Nisan’da Emek Sineması’nda gösterin!
Emek Bizim İstanbul Bizim!
emeksinemasi.blogspot.com
iksvaryetesi@gmail.com
isyanbulkultursanatvaryetesi@hotmail.com
an action call against gentrification
” kentsel dönüşüm ” adı altında yapılmaya çalışılan, şehrin o bölgede yaşayanlarına terk edilemeyecek kadar değerlenmiş bölgelerinde yaşayan insanları çeşitli tutulmayacak vaadler ya da tehditlerle oralardan çıkartıp o bölgeleri kaymak tabakanın yaşam ya da tüketim alanına çevirerek bundan rant sağlamaktır.
yükleniş olan dosyadafatih pınar’ ın dokuz yağma projesi ( ayvansaray, balat, derbent, haliç tersaneleri, kumkapı, süleymaniye, sulukule ve tarlabaşı ) üzerine yaptığı foto-röportajlar bulunmaktadır…
photo-reportages about the nine gentrification projects ( ayvansaray, balat, derbent, haliç tersaneleri, kumkapı, süleymaniye, sulukule and tarlabaşı) in istanbul… ( all are english subtitled except the one about emek cinema )
indir / download:
http://rapidshare.com/files/447356862/soylulastirma-_gentrification.part1.rar
http://rapidshare.com/files/447352281/soylulastirma-_gentrification.part2.rar
” İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın sahibi olduğu Kahve Dünyası markası tarafından üretilen ve Bülent Erkmen tarafından tipografik tasarımı yapılan İstanbul 2010 çikolataları piyasaya sürüldüğünden beri ağzımda acı bir tat var. Parlak renkli çikolata kutularının içinde ne saklı olduğunu merak ediyorum. Özel tasarım ambalajlarıyla birlikte iştahla yalanıp yutulan nedir? Marka yetkilileri ürünlerinin “İstanbul’u küresel kent yapmak adına önemli bir katkı olduğunu” iddia ediyor. Bu çikolataların hammaddesi öyle sıradan bir şey olmasa gerek.
2010 Avrupa Kültür Başkenti bir çikolata fabrikası gibi çalışıyor. Bu fabrikada sermayenin ağzını sulandıran türden bir kent imgesi üretiliyor: Sınıfsal ve kültürel çatışmalardan, gündelik yaşamın şiddetinden arındırılmış, yarı canlı, yarı ölü bir beden olarak kent, tatil köyü, eğlence merkezi, küresel marka olarak İstanbul. Bu imge kentin içerisini ve dışarısını, toplumsal yaşamın ve siyasetin sınırlarını belirliyor. Kim kente vizeyle, kim dozerle girecek, kim burada yaşamayı hak ediyor ve buna kim karar verecek? Herkes haddini bilecek.
İstanbullu dediğin güzel, kültürlü, paralı, iyi huylu bir insan evladı. Tek tip İstanbullu yok elbette, sütlüsü de var, bitteri de. Aynı ambalaj içinde kültürel çeşitlilik aroması. Oysa bir de sermayenin çiğneyip tükürdüğü, ambalajsız, çıplak İstanbul var. Ve bu yazı onunla ilgili.
DİSİPLİN:
Kentin geleceğini emlakçıların internet sitelerinden okuyoruz. Yazının başlığı: “Küçükçekmece Yeni Maslak Olmaya Aday.” Şöyle devam ediyor: “Kültür yatırımlarına önem veren Küçükçekmece Belediyesi üç büyük sanat merkezi açtı […] Yatırımlar yapılmadan önce kültür ve sanat anlamında adı anılmayan Küçükçekmece, artık ‘Avrupa Başkenti’nin Kültür İlçesi’ olarak kendinden bahsettiriyor.” Spor yatırımlarına da önem veren belediye, iki olimpik havuz açmış. “80.000 kişi kapasiteli Olimpiyat Stadı ise ilçenin kaderini değiştirecek en önemli yatırım” imiş.
İşte bizim hikayemiz tam da burada, Olimpiyat Stadı’na bakan bir tepede başlıyor. Kültür, sanat, spor yatırımları, plaza ve rezidanslarla kaderi değişen Ayazma Mahallesi’nde geçiyor.
TEM Otoyolu çevresinde yapılan lüks toplu konut projeleri, İkitelli Organize Sanayi Bölgesi ve Olimpiyat Stadı’nın inşa edilmesinin ardından mahallenin üzerine kurulduğu arazinin değeri arttı. Küçükçekmece, orta-üst sınıf rezidansları, alışveriş merkezleri ve marinasıyla yeni bir Maslak’a dönüşecekti. Yeni Maslak’ın sakinleri Ayazmalılar olmayacaktı elbette. 2004’te TOKİ, Büyükşehir Belediyesi ve Küçükçekmece Belediyesi üçlü protokol imzaladı. Ayazma – Tepeüstü Mevkileri Kentsel Dönüşüm Projesi başladı.
Ayazma Mahallesi sakinlerinden hak sahibi olarak kabul edilen 1474 ailenin, Bezirgânbahçe’deki TOKİ konutlarına taşınmasına karar verildi. Hak sahipliğinden yararlanamayan, Ayazma’da kiracı olan 42 aile ise tamamen yok sayıldı. Devlet Ayazmalı kiracıları bir anlamda vatandaşlıktan çıkarmış oldu. Fakat onların gidecek başka yerleri, yaşayacak başka hayatları yoktu. Diğer yandan kente pençeleriyle tutunan mahallenin çirkin görüntüsü bölgenin yeni sakinlerini rahatsız ediyor, uğruna milyonlar harcanan güvenli ve huzurlu kent imgesini tehdit ediyordu. Çok geçmeden yıkım geldi.
SAVAŞ:
Toplumsal ve politik hayatın kıyısında, uçurum kenarında kurulmuş Ayazma’da ilk yıkımlar 2005 yılında gerçekleştirildi. “İmparatorluk”ta iç savaş nedir, o günü yaşayanlar çok iyi bilirler. Fetih için gelmişlerdi. Alacakaranlıkta baskın, çocukları korkudan delirtti. İnsanlar insanlıktan çıktı. Değil özel eşyalarını, bebeklerini yıkımdan zor kurtardılar. Taş taş üstünde kalmayıncaya kadar, dozer ve cop, küfür ve dayak inatla çalıştı.
Ayazma’da yıkım savaşın ve siyasal şiddetin uzamsal ve zamansal sınırlarının ortadan kalkmasının kanıtıydı. Yüksek yoğunluklu polis müdahalesi, geleneksel olarak dışarıda kurgulanan “düşman” ve içeride kabul edilen “tehlikeli sınıflar”ın ayırt edilemez hale gelişi, terör, uyuşturucu ve fuhuşla suçlanan genelleştirilmiş, soyut bir düşmana karşı savaş… Ayazmalılar bu kavramları çok iyi biliyor.
KONTROL:
Çoğunluğu 90’lı yıllarda Doğu ve Güneydoğu’dan köyleri boşaltılarak sürgün edilen Ayazmalılar için bu, ikinci zorunlu göçtü. Yıkımlar sonrasında imkanı olanlar kiraya çıktı, hısım akrabanın yanına sığınanlar, memlekete dönenler oldu. Sonuçta geriye 18 aile kaldı. 50’si çocuk, 27’si öğrenci 77 kişi, İstanbul’un gördüğü en büyük mücadelelerden birine başladı.
18 aile 2 yıl barakalarda yaşamaya terk edildi. 2007’de Belediye 1500 polisle mahalleyi kuşattı ve barakaları yıktı. Çadır kurdular. Küçükçekmece Belediyesi 2008’de çadırları da yıktı ve yeniden çadır kurulmasını engellemek amacıyla yıkıntıları ortadan kaldırdı. Bedenlerinden başka sığınacak bir şeyleri kalmayana kadar soyuldular. En azından kadınların ve çocukların birkaç gün belediyenin tesislerinde misafir edilmesini istediler. Belediye kabul etmedi. Çünkü İktidarın, fethettiği topraklarda savaşı her gün, tek tek her vatandaşın bedeninde yeniden kazanması gerekiyordu. Söz konusu olan canlı beden olarak bireyin toplumsal siyasal stratejilere dahil edilmesiydi. Ayazmalıların biyolojik hayatları siyasi çatışma alanı haline gelmişti.
Çadırlarda soğuktan ölen bebekler, yeşil kart verilmeyen hastalar, salgın hastalık ve ölümle göçe zorlanan insanlar “çıplak”tır. Nüfus kayıtlarından silinmiş, haritalardan çıkarılmış, etnik ve politik kimlikleri yok sayılan insanlar toplumsal yaşamın dışına terk edilmiştir. Kentsel dönüşüm ev ve şehir, özel hayat ve siyasal varoluş arasındaki duvarları ortadan kaldırırken en açık örneğini toplama kamplarında gördüğümüz türden çıplak hayatlar yaratır. Cinayet işlemeksizin yok edilebilen olan bu hayatlar çıplaktır.
KAMP:
Yasaların çözüldüğü ve askıya alındığı, dolayısıyla insanın çıplak hayatının ortaya çıktığı bir yerdir kamp. Burada birey siyasal-toplumsal kimliği değil, biyolojik özellikleri üzerinden tanımlanır. İnsan çıplak hayatıyla baş başa kalmıştır. Kamp “yersizleştiren bir yerleştirmedir”. Tıpkı Ayazma’daki çadır kent ya da Bezirgânbahçe TOKİ konutları gibi.
Toplumsal muhalefetin, kentsel dönüşüm yaşanan diğer mahallelerin desteği, Ayazmalı 18 ailenin olağanüstü direnciyle birleşince Küçükçekmece Belediyesi’ne yapılan baskılar sonuç verdi. Ayazmalılar, yerel seçim arifesinde, bir senelik kiraları belediye tarafından ödenmiş şekilde Bezirgânbahçe’de kiralık konutlara taşındılar ve hak sahipliğinden yararlandırılmaları için gerekli girişimler başlatıldı.
Ayazmalı 18 aile Bezirgânbahçe TOKİ konutlarına yerleştirildiğinde savaş bitmiş değildi. TOKİ konutları, yeni sakinlerinin sosyal ve ekonomik yaşam koşulları tamamen göz ardı edilerek inşa edilmişti. Kira yardımı bittiğinde, enformel sektörde süreksiz işlerde çalışmak durumunda kalan Ayazmalılar için apartman aidatlarını bile ödemek imkansız hale gelmişti. Zaten çadırda kaldıkları süre içinde ve evleri için verdikleri mücadele sırasında pek çok kişi işini kaybetmişti.
Bezirgânbahçe’de Ayazmalılar’ın doğayla, kentle, yaşamla ilişkileri paramparça olmuş, kadınlar 15 katlı beton bloklar içindeki hücrelerinde tecrit edilmişlerdi. Bloklar depreme dayanıksız ve son derece sağlıksızdı. Üstelik daireler ailelerin çocuk sayısı göz önünde bulundurulmaksızın dağıtılmıştı. İnsani bir yaşam TOKİ tabutlarına sığmıyordu.
Böylece projede hak sahibi kabul edilen Ayazmalılar’ın yaklaşık dörtte üçü kısa süre içinde sözde sosyal konutlardan dışlanmış oldular.
Bu durumu fırsat bilen TOKİ, başlangıçta borç süreci boyunca satmama koşulu koyduğu konutların el değiştirmesini sağlayacak yeni bir düzenlemeye gitti. Bezirgânbahçe konutlarında barınamayan aileler sosyal konut haklarını, orta ve üst sınıflara devrederek göç etmek durumunda kaldılar.
Ayazmalı 18 kiracı aile ise barınma hakkı mücadelesinde, İstanbul’da yaşayan tüm yoksullar için emsal teşkil edecek bir zafer uğruna her şeyi göze almıştı. Kira ya da gıda yardımı için çaldıkları kapılar yüzlerine kapandığında bile pes etmediler.
Yoksulluklarını neden göstererek çocuklarını ellerinden almaya gelen yardım kurumlarına boyun eğmediler. Şubat 2009’da “hak sahibi” olarak kabul edilip, Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay’dan peşinatsız ve uygun şartlarda konut sözü aldılar. Mart 2010’da Kayabaşı TOKİ konutlarına Ağustos ayında yerleşmek üzere kura çekimine katılırlar. Oysa çok geçmeden, ödeyemeyeceklerini bile bile bu ailelerden 15 bin lira peşinat istendi. Bugün ödeme süresi geçti ve Ayazmalılar hak sahipliliği haklarını da kaybetmiş durumdalar. Ama mücadele hala, inatla sürüyor. Her tür psikolojik ve fiziksel şiddete karşı hala direniyorlar. Her gün yeni bir yalanla kırılmaya çalışan umutları hâlâ diri.
EGEMEN İSTİSNA:
Peki uluslararası sözleşmeler ve Anayasa’ya rağmen Ayazmalılar’ın yaşadıkları şiddet “hukuk dışı” değil midir? Hayır, tüm yasaların askıya alındığı Ayazma’nın durumu “hukuk dışı” değildir. Tersine Ayazma, mevcut hukuk düzeninin işleyişini ve iktidarın yapısını açığa çıkaran bir “istisna”dır. Schmitt’i izleyen Agamben’e göre, hukuksal-siyasal yapının başlangıcı, iktidarı elinde bulunduran egemenin istisnaya karar verme yetkisidir. Egemen “istisna” haline karar verendir. Bu özelliği ile egemen, hukuk düzeninin içinde kaldığı halde, bu düzenin geçerli olması durumunda sorumlu tutulacağı eylemler nedeniyle suçlanmaz. Evet, Ayazma yasaların askıya alındığı bir “istisnadır” ama bugün İstanbul’un her yerinde “istisna” kentsel politika haline gelmiştir. İstanbul’da kentsel dönüşüm, olağanüstü hal yasaları ile yürütülmektedir. Hükümetin, TOKİ’nin ilçe belediyeleriyle anlaşamadığı noktada imar yetkisini devralabilmesini mümkün kılan yeni bir yasa teklifini TBMM’den geçirmeyi hedeflemesi, istisna durumuna karar verme yetkisinin en açık kanıtıdır.
Var oluş amacının tersine 2004-2007 arasında ürettiği 310 bin konutun yalnızca yüzde 20’si sosyal konut niteliği taşıyan TOKİ, 2002 yılından beri ayrıcalıklı bir kamu tekelidir. 5162 sayılı “Toplu Konut Kanunu’ndaki düzenlemeler” ile gecekondu dönüşüm projelerini planlama yetkisi belediyelerden TOKİ’ye aktarılmıştır. 775 sayılı Gecekondu Kanunu’nu uygulama yetkisi ise Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’ndan alınıp TOKİ’ye devredilerek, gecekondu bölgelerinde kurumun tek söz sahibi olması sağlanmıştır. TOKİ, Başbakanlık’a bağlı ve denetimi yalnızca Cumhurbaşkanı’nın talebiyle gerçekleştirilebilecek, özel şirket gibi çalışan ama devletin tüm gücüyle donatılmış bir devdir. TOKİ olağanüstü yetkileriyle, bir zamanlar sadece hükümdarın girebildiği “metruk istisna alanında” hüküm sürmektedir.
KÜRESEL KENTTE KARGAŞA:
Avrupa Kültür Başkenti projelerinin katılımcılık ve birlik iddialarının tersine, bu kentte İstanbullular başlığı altında toplanan insanları büyük bir uçurum ayırır. Tüm küresel kentlerde olduğu gibi İstanbullular da küresel sermayeden pay alanlar ve onların bu payı almaları için bedel ödeyenler olarak ikiye ayrılır.
2010 yılında İstanbul bir kültür başkenti değil, bir savaş alanıdır. Savaş genişleyerek bir çeşit toplumsal ilişki biçimine dönüşmüş, İstanbul’un genelinde kentsel dönüşümün ana ilkesi haline gelmiştir. Kentte tüm mülkiyet ilişkilerini ve tahakküm tekniklerini belirleyen savaş, istisnai bir durum olmaktan çıkmıştır. Söz konusu olan, modern anlamda bir cephe savaşı değil, biyo-politik isyan bastırma stratejisidir.
Kültürel çeşitlilik, çoğulculuk yalanını unutun. İstanbul yoksullar, emekçiler ve göçmenler için şiddet ve hukukun arasındaki belirsiz eşikte inşa edilmiş bir toplama kampı haline gelmiştir. Bugün İstanbul, öldürülmeleri suç teşkil etmeyecek çıplak insanlarla dolu bir istisna mekanıdır. Burada olağanüstü hal, kural haline gelmiştir.
İSYAN:
Türkiye’de 2010’un ilk çeyreğinde toplam alışveriş merkezi sayısı 225’e yükselirken, İstanbul’da sadece 2009 yılında 5 alışveriş merkezi açıldı. 2009 yılında sadece İstanbul’da 80 binin üzerinde satılamayan lüks konut stoğu oluştu. TOKİ sadece İstanbul’da metrekare fiyatı 13 bin 500 dolara kadar çıkabilen 45 bin lüks konut inşa etti. Ayazmalı 18 aileye 18 daire bulunamadı.
Sonunda Aziz Yeniay’ın oyunculuk yeteneği keşfedildi. 26 Şubat 2009’da Cevahir Hotel’de düzenlenen görkemli bir gecede, Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay tiyatroya ve sanata verdiği destekten ötürü Muhsin Ertuğrul Tiyatro Özel Ödülü’ne layık görüldü. Ayazmalı 18 aileye 18 daire bulunamadı.
1 Haziran 2010’da Gazi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Erdoğan Bayraktar’a “Toplu konut alanındaki birikimi, kamu arazilerini ve kaynaklarını verimli biçimde değerlendirip halka açmasındaki çabaları; alt gelir gruplarına yönelik konut üretimi konusundaki katkıları, gecekondu önleme, kentsel gelişim ve yenileme çalışmalarından dolayı” fahri doktora unvanı verildi. Ayazmalı 18 aileye İstanbul’da 18 daire bulunamadı.
Ama Ayazmalı 18 aile her hafta cumartesi ve pazar günü Küçükçekmece Belediyesi önündeki Atatürk Parkı’nda, dayanışmaya gelenlerle birlikte çıplak kenti sarsıyor, eylem ve mücadele alanı olarak kentsel kamusal alanı yaratıyorlar. Yoksul sınıfların ortadan kaldırılması yolundaki demokratik kapitalist projeyi dinamitliyorlar. Çıplak hayatları ve canlı bedenlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Bu yüzden her nefeste isyanı soluyorlar. ”
Ezgi BAKÇAY
a turkish article about gentrification,istanbul 2010 the european capital of culture, and the people of the ayazma district who are resisting against this gentrification for their rights.
emek sineması’nın yıkılmasına karşı zartladık. beyoğlu belediyesi’nin melek sineması anısına çaktığı plaketin üzerine, “emek sineması hâlâ burada, yıktırmıyoruz” yazdık. yeşilçam sokağını tenha bırakmamak için, perdeyle kapatıp filmler gösterdik. imzalar toplandı, yürüyüşler yapıldı, sloganlar atıldı. hayır’ımızı yükseltmeye çalışırken, olan bitenin emek sineması’yla sınırlı olmadığını, istanbul’un her köşesine farklı hukuksal, ekonomik mekânizmalarla yayılan kentsel dönüşümden beyoğlu’nun da payını aldığını biliyorduk. ya da emek sineması’nın ticari gösterim düzenine terk edildiğinde yaşayamayacağını, yaşayamadığını da biliyorduk. ama kent hayatımız gibi kültürel ve sanatsal hayatımızın da kâr ederek sürekli büyümenin gereklerine teslim etmek istemiyoruz. ama hayır demek yetmiyor… kamuoyu yaratmak tek başına değişimi getirmiyor. gündem hızlı değişiyor, yazı da unutuluyor, hatta tabelamız söz konusu olduğunda yerinden sökülüyor. ama kapitalist süreçler devam ediyor.
kamusal yararın kapitalizmin etkili bir şekilde işlemesinin sonucu olarak kabul edildiği günümüzde, kapitalizmin şiddeti ve yıkıcılığı karşısında yer alacak kurumsal, örgütsel, sosyal yapılar ve ağlar böylesine yıpranmışken, günümüzün muhalif hareketleri, hayır demenin ötesine geçmek zorunda. kapitalizmin yıkılıcak bir duvar değil, içinden çıkılacak bir kapan değil, alternatifleri içinden çıkarmak zorunda olduğumuz insanlığın başına musallat ettiği bir bela olarak görmeyi öneriyoruz. ve kentsel dönüşüme, mutenalaştırmaya, soylulaştırmaya, kamusal hayatımızı tek tipleştiren mekânsal dönüşümlere karşı, kaybettiğimiz mahalleler, sinemalar, çaycılar, evler için biz çöküyoruz. yeni bir kentsel alışkanlık öneriyoruz. herkesi bir tabure edinmeye çağırıyoruz.
durduramadığımız yıkıcı güçler karşısında biz duruyoruz. istediğimiz yerde, istediğimiz zamanda, istediğimiz insanlarla. istediğimiz yere, sevdiğimiz yere, kaybetmek istemediğimiz yere, kaybettiğimiz yerlerin anısına taburemizi çekip oturuyoruz. mutenalaştırmadan, soylulaştırmadan çöküyoruz. yeşilçam sokağı’nda, istiklal caddesi’nde, tarlabaşı’nda, galata’da, rumelihisarı’nda, balat’ta, beşiktaş’ta… özel mülkiyet rejiminin verdiği hakların insafına teslim edilmiş hayatları değiştirmeye başlamak için çok basit bir şey öneriyoruz. birbirimizle istediğimiz şekillerde bir araya gelebilecek gücümüzün hâlâ olduğunu göstermek için, sadece “sanat” üretmek ya da kâr etmek için hayal etmek zorunda olmadığımızı göstermek için insanların taburelerini çekip oturduğu sipariş vermek zorunda olmadığı sokaklar, meydanlar hayal ediyoruz.
bizden çalınan kent hayatımız karşısında çöküyoruz. kentin dört bir köşesinde çökme alanları ilan eden neo-liberal aklın karşısında biz kendimiz çöküyoruz. istediğimiz yere, istediğimiz zaman, menüde ne var cepte ne var karşılaştırması yapmadan, güvenlikten geçmeden, belediyenin park yapmasını, bank koymasını beklemeden… herkesi taburesini almaya, cep telefonu taşır gibi, sırt çantası, el çantası taşır gibi yanında alternatif kent mobilyasını taşımaya, en sevdiği yere çökmeye, sevdiklerini yanına çağırmaya, tanımadıklarıyle yanyana çökmeye, benliğimizi, hayallerimizi, geçmişimizi, geleceğimizi altüst eden hızlı dönüşümler karşısında durmaya, yavaşlamaya, çökmeye, muhabbet etmeye çağırıyoruz. SOYLULAŞTIRMA, ÇÖK!!!
an anti gentrification action call…
başka kültürevi bir atölye çalışması olarak hazırladığı arka bahçede yıkım belgeseline istanbul’ daki gecekondu yıkımlarını taşıdı. geçtiğimiz yılın yaz aylarında kurtköy, eyüp, içerenköy ve güzeltepe gibi semtlerde başlatılan ve ” kentsel dönüşüm projesi ” adı altında gerçekleştirilen soylulaştırma yıkımlarına kameralarıyla tanık olan ekip, bu sancılı sürece içeriden bakıyor.
a documentary about the gentrification project of kurtköy, eyüp, içerenköy & güzeltepe at istanbul.
indir / download:
http://rapidshare.com/files/370541284/arka_bah_ede_y_k_m.part01.rar
http://rapidshare.com/files/370563812/arka_bah_ede_y_k_m.part02.rar
http://rapidshare.com/files/370576062/arka_bah_ede_y_k_m.part03.rar
http://rapidshare.com/files/370584191/arka_bah_ede_y_k_m.part04.rar
http://rapidshare.com/files/370592401/arka_bah_ede_y_k_m.part05.rar
http://rapidshare.com/files/370600984/arka_bah_ede_y_k_m.part06.rar
http://rapidshare.com/files/370611446/arka_bah_ede_y_k_m.part07.rar
http://rapidshare.com/files/370623215/arka_bah_ede_y_k_m.part08.rar
http://rapidshare.com/files/370634155/arka_bah_ede_y_k_m.part09.rar
http://rapidshare.com/files/370644954/arka_bah_ede_y_k_m.part10.rar
1980’lerde Dünya Bankası’nın Dünya kentlerini “Yarışan Kentler”e dönüştürerek, finans ve turizm ağırlıklı merkezler oluşturma planlarına Türkiye’den İstanbul sunuldu.
Liberal ekonomik eğilimler, kapitalist üretim merkezlerinin yer değiştirme hareketlerine bağlı olarak, şehri bir sanayi şehri olmaktan hızla uzaklaştırdı. Yatırımları üretimden emlak, finans, turizm gibi alanlara yöneltti. Bunun sonucu, kalabalıklaşan kente yeni alanlar yaratmak ve bunlardan yüksek karlar elde etmek amacıyla, şehrin en fakir ve savunmasız insanlarının onlarca, yüzyıllarca yaşadıkları nispeten merkezi yerlerdeki mahalle ve ilçelerindeki yaşam alanlarına göz dikildi.
Ve uygulamada insanların yaşama, mülkiyet, barınma ve kültürel hakları saldırıya uğradı. Binlerce insan yer değiştirmek zorunda kaldı, yeni evsizler, işsizler oluştu.
Kentsel dönüşüm yeni başladı ancak artan bir hızla ilerleyecek.
Bu film, “kentsel dönüşüm” üzerine bir fikir edinebilmek, şimdiye kadar verdiği zararlara ve arz ettiği tehlikeye dikkat çekebilmek amacıyla bu sürecin mağdurlarıyla yapılan görüşmelerle gerçekleştildi.
During 1980’s, İstanbul from Turkey, has been presented as a competing city in the scope of World Bank’s plan to make the cities of the world the competing cities. Cities’s production-center character have been changed due to the mobilization of capital. Qualifed work force needed for manufacturing and service sector have been made dormant.
Neo-liberal tendency led investments to estate, finance and turism from manucaturing as such. As a result, Relatively central areas that the poorest and defendless people have lived in for decades, have been coveted in order to open new places to make benefit out of it in a city getting more and more crowded. In practice, the right of property, living, housing and cultural rights have been insulted. Thousands of people had been displaced, new homeless and unomployed mass emerged.
Gentrification has started in recent years but but it will proceed with acceleration.
indir / download:
http://rapidshare.com/files/346646172/i.c-i.n.part1.rar
http://rapidshare.com/files/346646479/i.c-i.n.part2.rar
Ülkemizde son yıllarda uygulanan kentleşme politikalarının bir sonucu olarak kent çevrelerinde orta ve üst sınıfların kullanımına ayrılan duvarlarla çevrili, güvenlikli, steril konutların yaygınlık kazandığını görüyoruz. Bugünlerde ise ağırlıklı olarak kent merkezine uzak alanlarda yapılan konutlarla ortaya çıkan bu türden sınıfsal ayrışmanın bu kez kentin merkezi noktalarında da varlığını eskisine oranla daha çok hissettirdiği görülüyor. Son dönemde ağırlık kazanan bu ikinci tür kentsel ayrışma aslında yeni bir olgu değil. 1950’lerden başlayarak Londra ve New York gibi emperyalist ülke kentlerinde başlayan, ülkemizde ise 1970’lerden itibaren gündeme gelen bu süreç “soylulaştırma” olarak adlandırılıyor. İngilizce “gentrification” kelimesinin karşılığı olan ve Türkçede seçkinleştirme, burjuvalaştırma, nezihleştirme, kibarlaştırma vb. kullanımları da olan “soylulaştırma”, kısaca orta ve üst sınıfların dar gelirlilerin yaşadığı, kent merkezlerindeki semtlere yerleşme süreci olarak tanımlanmakta.
Kentsel dönüşüm olgusunun dünyada yaygınlaşması ile kentsel alanların kapitalizm açısından bir mübadele değeri taşıması ve bir mal gibi alınıp satılabilen meta olarak algılanmasının yakından ilgisi var. Bu süreç aynı zamanda günümüz kapitalizmin bugünkü gelişim evresiyle son derece uyumlu. Küreselleşme süreciyle birlikte uluslararası sistemle entegre olup dışarıya açılan kentler uluslararası sermayeyle bütünleşerek hem bir rant unsuru hem de bu ranta zemin oluşturan rekabet sahaları haline geldi. Kentsel dönüşüm ilk olarak 1980’lerde, neo-liberal politikaların hakim olduğu İngiltere’de ortaya çıkmış, daha sonra bütün dünyada yaygın olarak uygulanmaya başlamıştır. Bu olgunun esasında, sermayenin daha önce toplumsal çıkar için kullanılan kamusal alanların, sit alanlarının ve tarihi bölgelerin ranta dönüştürülebileceğini fark etmesi ve bu yönde kentsel ranttan beslenmek için gerekli politikaların yürürlüğe girmesi yönündeki çabası yatıyor. Böylece kentin daha önce kamu yararına kullanılan alanları mübadele değerine dönüştürülerek ulusal ve uluslararası sermayenin kullanımına sunuluyor. Kentsel dönüşüm süreci ülkelerin demokratik yapısı ve gelişmişlik düzeyine göre her ülkede farklı şekillerde işliyor. Demokratik hakların gelişmiş olduğu ve sivil toplumun güçlü olduğu ülkelerde hem kentin eski sahipleri hem de rant için gelen sermaye karşılıklı memnun edilmeye çalışılırken, hukuk sisteminde zaafları olan, demokratik hak ve özgürlüklerin sözde kaldığı, uygulamada bir çok aksaklıkların olduğu yaşadığımız gibi coğrafyalarda bu süreç, halkın yaşadıkları bölgeden tamamen sürülerek bölgeye daha varlıklı sınıfların yerleştirilmesi şeklinde tepeden düzenlemelerle zorunlu olarak gerçekleştirilen bir ‘soylulaştırma’ olgusuyla birlikte çok acımasız işliyor.
Linkteki belgesel, “soysuzların yaşadığı alanları”(!!!) “soylulaştırma” nın Tarlabaşı’ ndaki izlerini sürüyor.
Gentrification and urban gentrification denote the socio-cultural changes in an area resulting from wealthier people buying housing property in a less prosperous community. Consequent to gentrification, the average income increases and average family size decreases in the community, which may result in the informal economic eviction of the lower-income residents, because of increased rents, house prices, and property taxes.
The documentary is about the gentrification project planned for Tarlabaşı / İstanbul.
indir / download:
http://rapidshare.com/files/331908255/Tarlabasinda_Neler_Oluyor.rar.html
ya da / or:
http://www.gotupload.com/8ontvlctizqf/Tarlabasinda_Neler_Oluyor.rar
ya da / or:
http://hotfile.com/dl/23330568/0a122d8/Tarlabasinda_Neler_Oluyor.rar.html
ya da / or:
http://www.upload.gen.tr/d.php/s5/meeghda5/Tarlaba____nda_Neler_Oluyor.rar.html
Dört çocuğuyla yine gelmiş mahallenin merkezindeki çadıra Büşra Hanım. Her gün geldiği gibi. Diğerlerinin aksine sessiz, sakin. Sanki tevekkül içinde. “Ben yarım çocuk doğurdum,” diyor, “bu evi yapmak için.” Anlamaz gözlerle bakınca biz, “Çocuğun,” diyor, “kalçası çıkık, sakat. Evi yaparken tuğla taşıdım, çimento taşıdım, ondan oldu.”
Maltepe Başıbüyük ile böyle tanışıyoruz işte. Meydanın bir yanında polis panzerleri ve o an nöbette olan bir grup polis, onların tam karşısındaki çadırın etrafında oturan kadınlar ve meydana inen yoldaki diğer çadırda erkekler. Bir de okuldan çıkmış çocuklar var: Cıvıl cıvıllar elbet. Kimi korkmuş annesinin eteğinde, kimi polise sataşma oyunu oynuyor.
Küçük bir Türkiye gibi burası. Her şehirden göçle gelmiş aileler var. Gümüşhane, Kars, Sinop, Kastamonu, Van, Ordu… İlk geldiklerinde erkekler hep inşaat işinde çalışmış. Zamanla para biriktirip kendi evlerini de yapmışlar. Otuz senedir burada yaşıyorlar.
İstanbul’un diğer “kentsel dönüşüm” mahallelerinde olduğu gibi, onlar da her seçim sonrası tapularını beklemişler. Ama ne gelen olmuş, ne giden. Mahallede elektrik de var, su da, doğalgaz da. Düzenli faturalarını ödemişler, vergilerini vermişler. Ama şimdi evleri yıkılacak. Onlar da başka “kentsel dönüşüm” alanlarındakiler gibi, evsiz kalacak.
İşte bundan korkuyorlar. TOKİ’nin Başıbüyük’te yapacağı 6 blokluk siteye tüm mahallelinin yerleşemeyeceğini biliyorlar. Üstelik o dairelerden alacak paraları da yok. Bu yüzden isyan ediyorlar. Henüz haklarında kesinleşmiş bir karar olmasa da, İstanbul’daki diğer yoksul semtlerinde yaşananlardan biliyorlar başlarına geleceği. Zaten bu yüzden polisler ve panzerleri başlarında.
Başıbüyük’te çocuklar büyükler gibi konuşuyor
Mahalleli çocukların okulu dozerin kazdığı yeri görüyor. Ağaçların söküldüğü alana bakıyor. Okula giderken de, okuldayken de, dönerken de hep görünen dozerin çalıştığı o iç karartıcı kahverengi alan, çocukların hiçbirine hayaller kurdurtmuyor. O alanı çevreleyen polis yazılı demirler ve polisler de, bugüne kadar mahallede kimseye iyi şeyler hissettirmemiş.
Çocuklardan biri, annesi gaz bombasının etkisinde kalınca polis olma hedefinin yönünü değiştirmiş. Artık mahalleden saydığı polislere “Polis olmak nasıl bir duygu?” diye sormuş ve “Pek iyi bir şey değil” cevabını almış. O da içinde gaz bombası olmadığı için narkotikçi olmaya karar vermiş.
11 yaşındaki Bekir de polislikten dönüp futbolcu olmaya niyetli. Mahallede yaşanlarla ilgili “Burası İsrail ya da Filistin değil,” diyor, “böyle kavgalar olmazdı, burası anavatan!” Şiir okur gibi tonluyor söylediği kelimeleri.
Başıbüyük’te çocuklar büyükler gibi konuşmak zorunda kalıyor. Neredeyse hepsi “psikolojimiz bozuldu” diyor, dilleri tam dönmese de… “Psikolojisi bozulma”nın nasıl bir şey olduğunu şöyle anlatıyorlar:
“Evde yatarken zor uyuyorum. Hep burayı düşünüyorum, ne oldu acaba diye.”
“Mesela canım sıkılıyor, dozeri taşlamak geliyor içimden.”
“Burada zehirleneceğim diye korkuyorum. Bizim ne suçumuz var, sanki biz bir şey yarattık, büyüklerimiz yarattı. Polisler gaz bombası atıyorlar, sonra olan küçüklere oluyor.”
“Kaçak muhtar”, “Tilki Köse” ve “şerefsiz basın”
Herkesin sinirleri gergin. Kolay değil, 40 gündür polis işgalinde mahalleleri. En çok “mahalleyi satan” ve son bir aydır ortalıklarda gözükmeyen muhtara, “rantçı belediye başkanı Tilki Köse’ye” (Fikri Köse), mahalleli kadınlara küfreden, gençleri döven polislere öfkeliler. Bir de medyaya.
Meydandaki çadırda toplanmış kadınlar, söze girmeden önce, “Bak, sesimizi dünyaya duyuracaksanız anlatalım. Gazeteciler hep geliyor, sonra ya yazmıyorlar ya yalan yazıyorlar” diyor. En çok da Zaman gazetesi var hedefte. TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın “Esrar ve kadın ticareti gibi kirli işlerle uğraşanlar ile terör grupları, masum insanları kullanarak, gecekondularda dönüşüme engel olmaya çalışıyor” sözlerine yer verip, mahallelinin görüşlerine yer vermediği için.
Çatallaşan sesiyle bağıran bir kadın, eğer orada olanları olduğu gibi vermezsek bizi boğacağını söylüyor. Adını sorunca, “Ne yapacaksın adımı, benim adım ad işte!” diye çıkışıyor bizim şahsımızda tüm “basıncı”lara: “İyi, güzel geliyorsunuz, hoş geldiniz de, niye bunu güzel yayınlamıyorsunuz? Geçen günkü olayda sadece panzerin su tutuğunu yayınladınız. Gaz bombasından düşeni bayılanı, polislerin kadınların saçlarından yolmasını çekmiyorlar, göstertmiyorlar.”
Hep bir ağızdan konuşuyor kadınlar: “Müslüman dedik, ondan oy verdik, elimiz kırılsaydı” diyor Fatma Çelik. “Bizi kandırmaya, uyutmaya çalışıyorlar. Başımız kapalı diye saf sandılar herhalde. Birliğimizi bozup, teker teker yıkacaklar evleri.”
Yan taraftan Nadiye Yıldız giriyor söze: “Bak şöyle yazasın: Benim kocam emekli öğretmen. Hâlâ her gün taksi şoförlüğü yapıyor. Bir dört duvar yaptık. N’olursun yıkmasınlar. Başka çaremiz yoktur.”
Erikler çiçek açsa da bahar gelmedi Başıbüyük’e
Kadınlardan biri bitiriyor lafı diğeri alıyor. Nefessiz, bağırarak, kafamıza kakarak, durmadan anlatıyorlar. 45 gün önceki hayatlarından çok farklı şimdi yaşadıkları. “Biz erkek içine çıkmıyorduk, polis-karakol görmemiştik, şu kırk güne kadar” diyor Kadriye Akdemir. “Akşama ne yemek yapsak diye düşünmüyoruz, evden barktan soğuduk” diyorlar. Nurten Aşık, “Çocuklarım sulu yemeği unuttu” diyor mesela. Ve sözü başka bir kadın alıyor:
“Buranın adını İstanbul’un balkonu koymuşlar. Kodamanlar gelecekmiş, sosyetik insanlar gelecekmiş, biz uymuyormuşuz buraya. Şimdi dozer gelse bizi düzlese, kimsemiz yok ki bizi tutsun da önünden çeksin. Bugün kaymakamlıktan ‘yıkarlar’ dediler, ‘izin almışlar, yaparlar’. Gözlerim yeri görmedi o anda, sanki suya sokup çıkardılar beni. Bahar geldi, çiçekler açtı, kapımızın önünde oturacağımız yere şu anda nöbet bekliyoruz.”
Başıbüyük İstanbul’un en güzel tepelerinden birinde. Hava açık olunca değil Boğaz, Eminönü’nü bile görülüyor. Bir taksi şoförü 1977’de, kundakta gelmiş Başıbüyük’e. “Erik yemekten başımızı alamazdık” diyor, çocukken yaşadığı yer için. Her ağaçta izleri var Başıbüyük sakinlerinin. Onların çocuklarıysa şimdi sadece taş atmak istiyor olana bitene.
Başıbüyük’ün hafızası şiddet dolu
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB ), TOKİ ve Maltepe Belediyesi tarafından Şubat 2006’da imzalanan protokolle mahalledeki boş alanda ilk etap için 300 konut yapılıcak. Mahallenin yaklaşık 30 bin nüfusu ve 30 yılı aşkın bir tarihi var. Sahip oldukları çocukların sayısı kadar kat çıkmışlar, apartmanlar en az 3 katlı bu mahallede.
Mahallenin sakinleri ve polis arasında yaşanan şiddet olayların sayısını vermek güç. Panzerin, polisin hazır bulunduğu mahallede, her gün ufak da olsa bir şeyler yaşanıyor. Polis ve halk arasında çıkan ilk çatışmada 17 yaşındaki Erdem Bakırcı atılan gaz bombasıyla başından yaralanmış ve bir hafta komada kalmıştı. Beyin zarı hasar gören Bakırcı ameliyat olacak. Aynı olayda gaz bombası, cop darbeleri nedeniyle yaralanan birçok insan da var. TOKİ’ye ait tırlar mahalleye girerken mahallelinin engel olması sırasında polis gaz bombası kullandı. Olay sırasında ağır yaralan bir kadın var ve sonrasında gözaltına alınanlar da. Yaşanan bir başka olay, mahallede ağaçların sökülmesine tepki gösterenlerin mahallenin camisinde polis tarafından dövüldüğüydü.
Building a ‘World City’: Urban Entrepreneurialism and the Politics of Segregation in Istanbul !!!
In its attempts to market Istanbul as a ‘global city’ and attract international business, the Istanbul Metropolitan Municipality is spearheading an ambitious campaign of ‘urban transformation’. While the Municipality promotes ‘urban transformation’ as ultimately beneficial for all citizens, tensions between the city’s poorest squatter neighborhoods and its proliferating affluent ‘gated communities’ are escalating. To the Municipality, the squatter settlements and dilapidated neighborhoods in the historic city center are ‘eyesores’ actively undercutting Istanbul’s potential status as a global city. Hence, the enforced gentrifications of the city center and the clearance of squatter areas for lucrative re-development are seen as necessary for the future of Istanbul.
just like Sulukule, a historic neighborhood adjacent to the old city wall, Basibuyuk, a site of squatter redevelopment project located on the Asian side of Istanbul is being demolished as a part of the local Municipality’s urban renewal program.
watch what happened, but this time not from the big corporation channels, from this documentary.
online izle / watch online:
http://www.toplumunsehircilikhareketi.org/belgesel/index.php
indir / download: